1. HABERLER

  2. KIBRIS

  3. ANTİBİYOTİĞİN ETKİSİNİ YOK EDİYOR!
ANTİBİYOTİĞİN ETKİSİNİ YOK EDİYOR!

ANTİBİYOTİĞİN ETKİSİNİ YOK EDİYOR!

“GDO gerçeğinin ortaya çıkmasından çok korkuyorlar”

A+A-

GDO’lu gıdalarda antibiyotiğe dayanıklı genler kullanıldığını savunan Avukat Mamalı, bu ürünleri tüketenlerde antibiyotiklere karşı direnç oluştuğunu, enfeksiyonel hastalıklara yakalandıklarında ise tedavi olma şanslarının azaldığını kaydetti.

Özlem ÇİMENDAL

Avukat Barış Mamalı, dünyadaki hastalıkların çeşitlenip artmasıyla insanların daha çok hap kullanır hale geldiğini ifade etti. Mamalı, fazla hap tüketilmesinde; gıdalardaki katkı maddeleri, kimyasallar, çevre kirlenmesi, etrafımızı çeviren radyoaktif elektromanyetik alanlar, hareketsiz, bol stresli yaşam tarzıyla birlikte sosyal ilişkilerin yüzeyselleşmesi ve giderek zayıflamasının büyük rol oynadığını kaydetti. 

Ayrıca Mamalı, GDO’lu ürünlerin daha verimli, daha faydalı olduğunun savunulduğunu ancak gerçeğin tam tersi olduğunu dile getirerek, GDO’lu ürünlerin antibiyotiklerin etkisini azalttığını savundu.

 

“GDO’da yaşanan küresel çatışma”

 

Doğal yollarla oluşmayan ve gen dizilimi üzerinde değişiklik yapılarak elde edilen yeni yapıdaki canlılara Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar denildiğinden söz eden Mamalı, “Tüm canlıların hücrelerinde DNA bulunur ve üzerinde canlıların yapısının nasıl çalışacağının planını yani yazılı talimatları taşır. Bu talimatların tıbbi adı genler, genetik kodlardır. Bir organizmanın DNA’sındaki kayıtlı genetik bilgilerin tamamına ‘Genom’ denir. Dünyada soğuk savaş dönemi 1989-1990’da bittikten sonra 1996 yılından itibaren transgenik ürünlerin yaygınlaşmaya başlamasıyla dünya neredeyse hiç beklenmedik iki kampa ayrılmıştır. Amerika’nın başı çektiği grup, gen teknolojisini gıdada kullanarak transgenik üretimin serbest bırakılmasını istemekte hatta GDO’lu ürünlerin gıdalar üzerinde yazılmasını zorunlu tutmamaktadır. Bunun karşısındaki grup ise GDO’lu ürünlere kısıtlama ve sıkı denetim getirme yanlısı olan Avrupa Birliği (AB)’dir. Japonya, İsviçre ve Güney Kore de AB modelini esas alırken; Arjantin, Brezilya, Kanada ve Güney Afrika ise ABD modelini esas almaktadır” şeklinde konuştu.

“Hayvan yemlerine katılan antibiyotikler hem eti hem sütü sağlıksız yapıyor”

Hayvanlardan insanlara geçen hastalıklar noktasında ise Mamalı, “Hayvanlarda hastalıkları önlemek için yemlerine katılan antibiyotikler Salmonella gibi bazı bakterilerin bu antibiyotiklere dayanıklılık geliştirmesini, tüketilen etten insanlara geçip hastalık bulaştırmasını mümkün kılmaktadır. Antibiyotik yemle beslenen hayvanların yalnız etleri değil sütleri de bu ilaçlardan dolayı sağlıksız bir hale gelmektedir. Hayvanların beslenmesinde kullanılan GDO’lu yemler ayrı bir problem konusudur. Avrupa Birliği GDO’lu ürünlere belli oranda yasak getirmesine rağmen GDO’lu hayvan yemlerinin çoğunu ise serbest bırakmıştır. Tavuk yetiştiriciliğinde üretim maliyetinin %70’lik kısmını yem bedeli oluşturur. Bunun büyük bir kısmı da mısır (%50-55) ve (%35) soyadır. Mesela Türkiye’de yeterli miktarda üretilmeyen mısırın %35’i, soyanın da % 90’ı dışarıdan ve çoğunlukla Amerika ve Arjantin’den ithal edilmektedir. Bunlar ise çoğunlukla insan sağlığına zararlı olacak şekilde genleriyle oynanmış ürünleri yani GDO içerir” açıklamasında bulundu.  

 

“GDO gerçeğinin ortaya çıkmasından çok korkuyorlar”

Biyoteknoloji firmaları sahip oldukları büyük güçleri kullanarak resmi devlet kurumlarından  akademilere, oradan hükümetlere kadar baskı yaparak GDO’lu ürünler hakkındaki birçok gerçeğin ortaya çıkmasına engel olduğunu da iddia eden Mamalı, “Kendilerini ve ürünlerini de mümkün olduğu kadar denetimlerinden uzak tutmaya çalışmaktadırlar. Biyoteknolojik yöntemlerle kendi türü dışında bir türden mesela domuza ait gen domatese, zehirli bir bakteri veya virüse ait bir gen ise bitkiye aktarılarak oluşturulan ve daha önce tabiatta bulunmayan yapıya sahip, genleri değiştirilmiş organizmaların (GDO) her geçen gün zararlarının faydalarından kat kat daha fazla olduğu ortaya çıkmaktadır. Şu anda dünyada transgenik (GDO) bitkiler mısır, soya, patates, kozanın yanında domates pirinç, buğday, ayçiçeği, yer fıstığı, kabak gibi ürünlerde de yaygınlaşmaya başlamıştır” dedi.

 

“Doğal yollarla yetişmeyen gıdaların besleyici değeri yok”

Mamalı şöyle konuştu:  “Gübre ve zirai ilaç kullanılmış, genleri ile oynanmış, kısırlaştırılmış hibrit tohumlardan elde edilen ürünlerin ne vitamin oranları ne besin değerleri ne de tatları eskiden doğal şartlarda üretilen ürünlerle karşılaştırıldığında eşdeğerdir. Siz ne kadar sağlıklı beslenmeye çalışırsanız çalışın artık gıdalar doğal yollarla sofranıza gelmediğinden ihtiyacınız olan besin değerlerini içermedikleri gibi içerlerinde bir sürü insan sağlığına zararlı madde taşımaktadırlar. 2002 yılının domatesinin 100 gramının içinde 1963 yılına nazaran %22,7 daha az protein, % 30,7 daha az A vitamini, % 16,9 daha az C vitamini, % 11,1 daha az fosfor, % 9 daha az potasyum ve %10 daha az demir bulunmaktadır. 1950 yılından 2002 yılına kadar olan süreçte domatesteki demir eksikliği %25 oranına çıkmaktadır.”

“Cesur bilim insanlarını susturuluyor”

Macaristan doğumlu ünlü bilim insanı Arpad Pusztai’nin genleri ile oynanmış gıdalarla fareler üzerinde yaptığı deneylerde olumsuz sonuçlara rastladığının altını çizen Mamalı, “Pustzai, Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar‘ı (yani GDO’lu gıdalar) incelemek üzere görevlendirilir. Eline geçen bulgular karşısında şoke olur. GDO’lu patateslerle beslenen farelerin daha küçük ciğerleri, kalpleri, testisleri ve beyinleri vardı ve ayrıca bağışıklık sistemleri zarar görmüştü. Bununla birlikte boyun altı bezi ve dalakta hasarlar da ortaya çıkıyor, dokular genişliyor, karaciğerde iltihaplanma olurken, mide ve bağırsaklarda da ciddi sorunlar yaşanıyordu. Ve tabi ki tüm bunlar “kanser riskini” artırıyordu. Pustzai, “Sizler GDO’lu ürünlerin güvenli olduğunu söyleyebilirsiniz fakat benim seçimim olsa GDO’lu ürünlerden yemem” demişti. Monsanto başta olmak üzere biyoteknoloji firmaları ortaya çıkan bu GDO gerçekleri karşısında telaşlanmış ve GDO’lu ürünlerin pazarlanması için büyük tehlike olarak gördükleri Dr. Pusztai’yi susturmak için hemen harekete geçmişlerdir. Bill Clinton’a kadar ulaşarak onun Tony Blair’e kadar telefon etmesini sağlamışlardı. Tony Blair, Bill Clinton’la yaptığı konuşmadan sonra Dr. Pusztai’nin çalıştığı enstitünün başkanı Philip James’i aramış ve sonuç olarak Dr. Pusztai’yi buluşundan dolayı tebrik eden Philip James, Pusztai’nin işine son vermek zorunda kalmıştı. Aynı deneyler üzerinde çalışan hanımı Dr. Susan Bardock da aynı akibete uğradı. Uzun yıllar çalıştıkları İskoçya’daki Rowett Research Institute’deki işlerinden kovuldular. Çok uluslu şirketler, çok büyük kazançlar yapabilecekleri ürünlerin toplum sağlığına zararı da olsa bu gerçeklerin kamuoyu tarafından bilinmemesi için her yolu denemektedirler. Tıpkı cep telefonlarının kullananlar üzerindeki zararlarının tam olarak halka açıklanmaması gibi” ifadelerini kullandı.  

“Ceplerine para girsin diye sağlımızı katlediyorlar”

GDO endüstrisinin toplumlardan laboratuvarda (DNA ilişkileri bozularak) oluşturulan gıdaların, milyonlarca yıldır doğada yetişen yiyeceklerden farklı olmadığına inanmalarını istediğini vurgulayan Mamalı, “Daha önce “hiçbir zaman birlikte var olmamış olan genleri” bir araya getirerek yaptıkları gıda ile binlerce yılda oluşan ve güvenilirliği kanıtlanmış olan gıdaların aynı olduğunu ileri sürerek yalan söylüyorlar. Laboratuvarda oluşturulan “yabancı DNA’lar” vücudun yapısını bozuyor ve bunlar vücuda girdiğinde başıboş dolaşıyor, mide bağırsak güzergahı içerisinde uzun süre yaşayabiliyor ve iç organlara kan yoluyla taşınabiliyorlar. İşte Bu durum kronik hastalıklara sebep olma riskini artırmaktadır. Bugün GDO’lu gıdalar için “Genetik Rulet” denmesinin sebebi tüketicilerin nasıl bir rahatsızlığa yakalanacağını bilmeden bu yiyecekleri tüketmesidir. Evlatlarımız, yetişkinlerle kıyaslandığında tehlikelere daha çok açıktır özellikle de içerisinde ciddi miktarlarda ‘rbGH işlenmiş süt’ içenler için durum daha da ciddidir. Bir diğer endişe kaynağı ise, GDO’lu gıdaları yiyen hamile kadınların bu şekilde normal cenin gelişimine zarar vermeleri ve sonraki kuşaklara geçen gen ifadelerini değiştirmeleridir.

Rus araştırmacı Irina Ermakova 2005 yılında GDO’lu soya ile fareler üzerinde bir deney yapar. Dişi fareleri çiftleşmeden iki hafta önce ve hamilelikleri sırasında gruplara ayırarak; bir grubunu Monsanto’nun ürettiği GDO’lu soya, diğer grubunu GDO’suz soya ve son gurubu da soya ihtiva etmeyen gıda ile besler. Bu deney sonucunda 3 hafta sonra GDO’lu soya ile beslenenlerin yavrularının %56’sı ölürken, GDO’suz soya ile beslenenlerin yalnız %9’u ve soya olmayan gıdayla beslenenlerin de %7’si ölür. Görüldüğü gibi GDO’lu gıdaların tehlikelerinin en basit bir deneyle apaçık ortaya çıkmasının yanında doğacak olan çocukların bile hayatını tehlikeye atmaktadır” diye konuştu. 

“Antibiyotiklerin etkisi GDO’lar nedeniyle azalıyor”

Mamalı şu ifadeleri kullandı: “Filipinler merkezli Rockefeller kuruluşu olan uluslararası Pirinç Araştırma Enstitüsü (IRRI), Asya’daki bütün önemli pirinç türlerini depoluyordu. İşte o tohumların dörtte üçü Monsanto ve diğer dev şirketlerin laboratuarlarında genetik olarak değiştirildi ve patentlendi. Altın Pirinç adını koydukları bu pirinci bir Japon çeşidinin içine İngilizce’de genel olarak “daffodil” denilen bir nergis türünden iki gen ve bir bakteriden (yani bir miktop) bir gen koyarak elde etmişlerdi. Şubat 2009’da 22 uluslararası bilim adamı ve uzman, Tufts Üniversitesi’nden (Tufts University School of Medicine) GDO’lu altın pirinç çalışmaları ve deneyleri yapmadan sorumlu Prof. Robert Russell’e açık bir mektup yazarak bu pirincin çocuklar ve yetişkinler üzerinde denenmesi ve tüketilmesinin kesinlikle durdurulmasını istediler. GDO’lu altın pirincin ve diğer GDO’lu ürünler gibi sağlığa zararlı olduğuna, bilimsel çalışmaların GDO’lu gıdalarla beslenen hayvanlarda devamlı sağlık sorunları yaşandığını gösterdiğine dikkat çektiler. Çoğunluğu soya, mısır, kanola, pamuğun (yağlı gıda) oluşturduğu GDO’lu gıdalara biyoteknolojik yöntemlerle aktarılan genler bitki, virüs, bakteri kaynaklı olup gen aktarımı yapılan hücre ve dokuların seçilmesi için (işaretleyici olarak) çoğunlukla bakteriyel orjinli antibiyotik dayanıklılık genleri kullanılmaktadır. Bu nedenle GDO’lu ürünleri tüketenlerde antibiyotiklere karşı direnç oluşacağından insanların enfeksiyonel hastalıklara yakalandıklarında tedavi olma şansları azalacaktır.”

“Çok geç kalıyoruz”

GDO’lu tarımın zirai ilaç kullanımını aza indirerek çevreyi koruduğu iddialarının gerçekle bağdaşmadığına da dikkat çeken Mamalı, “GDO’lu tohumlar kendileri zehirli olduklarından zararlı otları öldüren ilaçlara dayanıklı yeni türlerin ortaya çıkmasına neden oldu. Bu zehire dayanıklı otları öldürmek için daha güçlü zirai ilaçlar kullanılarak çevre daha da çok kirletildi, insan sağlığı daha çok tehlikeye atıldı. GDO’lu ürünlerin en büyük tehlikelerinden biri de insanların üretim sistemini etkileyip kısırlığa sebep olmalarıdır. Bu insan neslinin geleceği için en büyük tehlikedir. GDO’lu ürünlerin çevre ve insan sağlığı üzerindeki tehlikeleri daha çok detaylanarak çoğaltılabilinir. İleriki yıllarda bunlar daha net görülecek fakat şimdiden tedbir alınmazsa çok geç kalınacaktır. Gen teknolojisi dünyada birkaç şirket ve ülkenin elindedir. GDO’lu gıdaların yayılmasıyla dünyadaki ülkelerin ve insanların çoğunluğunun gıda konusunda bağımsızlığı tamamen ortadan kalkacak, toplumların geleceği birkaç biyoteknoloji şirketinin insafına terk edilecektir” ifadelerini kullandı.

“Artık yüzde yüz doğal ürün üretilemiyor”

Başta suni yem, zirai ilaç üreticileri, tarım ve gıda alanının büyük bir kesiminde tekel olmaya başlayan biyoteknoloji firmaları ile bağlantılı kişiler olmak üzere tarım ve gıda konusundan anlayan birçok kişi artık dünyada tam olarak güvenli gıdayı üretebilecek yüzde yüz organik tarımın bir hayal olduğuna işaret eden Mamalı, “Organik tarım karşıtı (yani GDO taraftarları) bu görüşlerin belli oranda haklılık payı vardır. Fakat iş işten tamamen geçmiş değildir. Mutlaka insanlar bilinçlendirilmeli, çok az umut da kalsa bir yerlerden başlanmalı, bu konudaki çalışmalara yardımcı olunmalıdır. Bu, bir ırk veya milleti değil bütün insanlığı ilgilendiren hayati bir durumdur. Organik tarım karşıtı görüşte olanların dile getirmediklerini bir gerçek vardır o da artık kimyasal girdiler, hibrit ve genleriyle oynanmış tohumlar kullanılarak yapılan tarımın insanlığı ve doğayı bir daha tedavisi mümkün olmayacak şekilde her yönüyle yok etme safhasına getirmiş olmasıdır. Organik tarım, güvenilir sağlıklı gıdaya giden ilk basamaktır.  Londra Üniversitesi’nden Prof. Michael Wadsworth’un yönetiminde bilim adamlarının yaptığı bir araştırma (1999), II. Dünya Savaşı ertesi İngiltere’de gıdanın kısıtlı bulunduğu, karneye bağlandığı, sağlık olanaklarının bugünkü gibi olmadığı 1950 yılında gençlerin katkı maddesiz, doğal gıdalar ile beslendiği için bugünün gençlerine göre daha sağlıklı olduklarını ortaya koymuştur. 1960 ve öncesi doğan nesiller çok iyi bilirler ki gençliklerinde doğal olarak yetişen meyve ve sebzelerin kokularını, tatlarını artık şimdi bulamamaktadırlar. Çeşitli bilimsel deneyler ve verilerin göstermiştir ki organik olarak yetiştirilen gıdaların daha güvenli olduğu gibi vitaminler, mineraller bakımından besin değeri doğal yoldan yetiştirilmeyen ürünlere nazaran daha çoktur. Bu konuda bugüne kadar en kapsamlı ve ciddi araştırma Avrupa Birliğinin desteklediği 2004 yılından itibaren İngiltere New Castle Üniversitesi’nden Prof. Carlo Leifert yönetiminde yapılmıştır. Dört yıla yakın süren ve çok pahalıya mal olan araştırmanın sonuçlarına göre (2007); organik meyve ve sebzeler kanser ve kalp krizi riskini azaltan antioksidanları %40 oranında daha fazla içermektedir. Bu oran organik sütte %60’a çıkıyor” dedi. 

“Tahlil laboratuvarı olmayan ülkelerin durumu vahim”

Mamalı, “Denetim mekanizmalarının ve tahlil laboratuarlarının daha az olduğu ülkelerde halkın durumu daha vahimdir. Bu şartlar altında gıda güvenliğinin temel taşlarından biri olan organik tarıma hala şu veya bu nedenlerde karşı gelmek veya bu girişimleri baltalamak bir insanlık suçu işlemektir” şeklinde konuştu. 

Dünyadaki gıda ve içecekleri kontrol eden 10 dev şirket

7055eced15538bfb7c07f8a5b28fc5d01498715040.png

Yeni Bakış

 

Etiketler : , ,
Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.