1. HABERLER

  2. MAGAZİN

  3. BABASININ KALEMİNDEN AMY
BABASININ KALEMİNDEN AMY

BABASININ KALEMİNDEN AMY

“Kızım Amy”, her şeyden önce bir babadan “ailesini seven normal bir kız” olarak tanımladığı kızına yazılmış yer yer gülümseten, çokça yürek parçalayan bir ağıt.

A+A-

23 Temmuz 2011’de Londra’da, tatildeydim. Cumartesi akşamı planlarımızı yaparken Amy Winehouse’ın ölüm haberi geldi. Bilgisayarım kapalıydı, kaldığım evdeki televizyon da. Giderek zayıf kaldığı bir gerilla savaşına dönüşen yaşamının sonlandığını Türkiye’den gelen bir telefonla öğrendim. Bana haber vermekten çok, benden bir şeyler öğrenebileceğini umarak telefon eden kardeşim, konuşmamızı sonlandırmadan Amy Winehouse’ın da öldüğünde 27 yaşında olduğunu hatırlattı.

Janis Joplin, Jim Morrison, Kurt Cobain gibi üyeleriyle trajik bir popüler kültür kulübünün en son üyesi olarak aramızdan ayrılmıştı Amy Winehouse. Öldükleri yaşla birbirlerine bağlanan müzisyenlerden oluşan 27’liler Kulübü’nün. Winehouse’ın Camden Square’deki evini sora sora bulup, yanımda taşıdığım buketi evinin karşısına bıraktıktan sonra kalabalığın her dakika biraz daha çoğalmasını izledim.

amy.jpg

Çevremdeki şaşkın kalabalığı dinleyip, hayranlarının çiçeklerin yanına yerleştirdikleri notları okumaya çalışırken, elinde mikrofonuyla bir sunucu birkaç kelime edip etmeyeceğimi sordu. Kamera çalıştı, ben konuşmaya başladım. Türkiye’den geldiğimi söyledim, o yaz iptal edilen İstanbul konserinden söz ettim. Birinin düşüşünü adım adım, tüm dünyayla birlikte izlemenin ne kadar üzücü olduğunu söylemişim bir de.

Amerikan haber kanalının web sitesinde kendimi izlerken gördüm neler söylediğimi.
“Amy Winehouse fan: Sad to see her fall,” (Amy Winehouse fan’ı: Onun düşüşünü görmek üzücüydü) yazıyordu görüntümün hemen altında. İnternet, akıllı telefon ve sosyal medyayla bilginin anında dünyanın öbür ucuna ulaştığı, paparazziyle mahremiyetin parçalara ayrıldığı bir çağda bir yıldızın daha karanlığa göçünü ağır çekimde izlemiştik. Winehouse’ın ölümünden iki yıl sonra, mahremiyet biraz daha kan kaybediyor ve Winehouse’ın hayatı, kendisine en yakın isimlerden birisi tarafından tüm dünyanın merceğine sunuluyor.

Pegasus Yayınları’ndan çıkan “Kızım Amy” (Amy, My Daughter), hayata ve müziğe bakışı, zaafları, arızaları ve korkularıyla Amy Winehouse’ı babasının gözünden anlatıyor. “Aslında yazmak istediğim kitabın bu olmadığını söylersem, herhalde bunu anlarsınız,” diye başlıyor kızının kısa hayatını anlattığı kitabına Mitch Winehouse.
Kitaptan elde edeceği tüm gelirlerin, “yaşamlarında zorluklar yaşayan çocuklara ve yetişkinlere yardım etmek için” kurdukları Amy Winehouse Vakfı’na bağışlanacağını da en başında söylüyor bir art niyet aranmaması için böyle bir kitabın arkasında.

Kitabın Türkçe çevirisinde, çevirmen Güneş Demirel’in de bir önsözü bulunuyor. “Ben bu kitabı çevirirken, babasının yaşadığı duyguları derinden hissettim,” diyor Demirel.
Kızını ilk kez kucağına aldığı 14 Eylül 1983’ten 23 Temmuz 2011’de Amerika’dayken aldığı acı habere kadar, Mitch Winehouse kızı Amy’nin yaşamını kendi gözlerinden, kendi hissettiklerinin filtresinden geçirerek anlatıyor.

Normal bir kızdı

Amy Winehouse’ın popüler kültüre ve müzik tarihine bıraktıklarını uzun uzadıya inceleyen, kültürel çözümlemelerle süslenmiş bir biyografi bekleyenleri çok da tatmin edecek bir kitap değil “Kızım Amy.” Kitap, Winehouse’ın hayatını ayrıntılı olarak bilenler için de yeni bir şeyler sunmuyor. Fakat, yalnızca bir ebeveynin kaleminden okuyabileceğiniz çok özel anılar, hiç bir röportajdan çıkaramayacağınız kişisel bilgiler, en önemlisi de bir babanın hissettiklerini saf ve samimi bir dilde anlatması açısından, Amy Winehouse hayranı olan ya da bu kadının trajedisini bir köşesinden yakalamış herkes için önemli bir biyografi “Kızım Amy.”
Mitch Winehouse’ın Önsöz’de yazdığı şu sözler, kitabın ruhunu da çok güzel özetliyor: “Bu dünya çapında ünlü olan ve milyonlarca insana mutluluk getirmiş olan kız sadece ailesini seven normal bir kızdı. Onunla gerçekten gurur duyuyordum.
Benim kızım harika bir evlattı.” Winehouse, kitap boyunca yansıtmaya çalıştığı Amy Winehouse tiplemesinden sapmıyor, her bölümde kızının herhangi bir insan kadar normal, sevgi dolu ve yüreği zengin bir insan olduğunu hatırlatıyor. Kızının her zaman gurur duyduğu ve her zaman bunu hak eden bir evlat olduğunu ise bazen doğrudan
söylüyor, bazen de satır aralarına serpiştiriyor.
Babasının kaleminden Amy Winehouse’un çocukluğu ve ilk gençlik yılları, dünyaca tanınmış bir isim olduğunda paparazzi görüntüleri ve dedikodu sitelerinden tanıdığımız ele avuca sığmayan, başına buyruk kimliğinin de ipuçlarını veriyor. “Şirinliğine rağmen, Amy küçükken evimizde en çok tekrarlanan cümle herhalde, ‘Sessiz ol Amy!’ idi,” diyor babası. Bir başka bölümde küçük sahne sanatçısı Amy karşımıza çıkıyor: “Amy dikkat çekmek için her şeyi yapardı.”

Mitch Winehouse, Amy ve erkek kardeşi Alex’in anneleri Janice’le erken yaşta boşanmalarının çocukları üzerine etkisini çok geç anladığını samimiyetle itiraf ediyor. Amy’nin üzerindeki en büyük etkilerden birisinin ise babaannesi olduğunu öğreniyoruz. Babası ve annesinin tam olarak kuramadıkları otorite ile ve caz sevgisini torununa küçük yaşta aşılaması ile Cynthia, Amy için büyük bir ilham kaynağı ve anne figürü oluyor. “Cynthia” yazılı dövmenin de kime ithafen yapıldığı ortaya çıkıyor.

“Yüksek sesli tartışmalar, kahkahalar” ile renklenen “geleneksel Musevi Cuma akşamı yemekleri”ne de yakından tanıdık oluyoruz ve Amy Winehouse’ın yaşamı boyunca bu yemeklere misafir olma şansına sahip isimlerin de kimler olduğunu tek tek öğreniyoruz. Amy’nin müzikle yakın ilişkisi baba tarafından geliyor. “Evde ve arabada hep müzik dinlerdim,” diyor Mitch ve kızının Frank Sinatra başta olmak üzere birçok büyük müzisyeni kendisi sayesinde ilk kez dinlediğini söylüyor. Amy Winehouse küçükken R&B ve hip-hop dinliyor, TLC ve Salt-n-Pepa gruplarını seviyor, müzikallere bayılıyor, Fred Astaire mi daha iyi Gene Kelly mi tartışmalarında Kelly’nin tarafında yer alıyor. Evlenmeden önce büyük caz müzisyeni Ronnie Scott ile sevgili olan babaannesinin evinde Ella Fitzgerald, Sarah Vaughan, Tony Bennett gibi cazın büyük sesleriyle tanışıyor.


Amy ile Cynthia birlikteler

Dokuz ay süren ilk ciddi ilişkisinin hüsranla bitmesi, Amy Winehouse’u tanınmış bir isme dönüştürecek ilk albümü “Frank”in de temelini oluşturuyor. Eski sevgilisi Chris Taylor’a yazılan şarkılardan oluşan albüm, babasının da en sevdiği Amy Winehouse albümü. “Bu albümü sevmemin nedenleri gençlik aşkları ve masumiyeti anlatması, komik ve esprili olması ve çok derin gözlemlere dayanan şarkı sözleriydi,” diyor Mitch Winehouse. “Bu albümün çıkış noktası umutsuzluğun dipsiz kuyusu değildi. ‘Frank’i dinlemeyi hâlâ çok severim ve sık sık çalarım. Küçük kızımla çok gurur duymuştum.”
Babaannesinin 2006 yılında ölümü, yaşamının sonuna kadar fırtınalı bir ilişki yaşayacağı Blake Fielder-Civil’le tanışması, içkiyi abartmaya başlaması ve kokain, eroin gibi ağır uyuşturucularla tanışmasıyla Amy Winehouse’ın hayatı ve “Kızım Amy” karanlık bir yolculuğa geçiş yapıyor. Neşeli, dalgacı, hafif utangaç, kıvrımlarıyla barışık Amy tiplemesi tarihe karışıyor. Yeme bozukluğu dedikodularının hep taze kalmasını sağlayan sıfır beden, kızgın, boş bakışlı, sarhoş, saçı başı dağınık Amy Winehouse görüntüleri arı kovanı saç modeli ve ağır göz makyajıyla yenilenen imajının önüne geçiyor.
Bir kez daha fazlasıyla kişisel, bu sefer Fielder-Civil’le ilişkisinden beslenen ikinci albümü “Back to Black” ile Amy Winehouse, önce Amerika’da ve kısa sürede tüm dünyada tanınan bir isme dönüşüyor. Bu dönem aynı zamanda Winehouse için sonun başlangıcı oluyor. “Back to Black’in başarısı ve Amy’nin şarkılarını neredeyse durmadan kulüplerde, barlarda, dükkanlarda ve hemen hemen her yerde çalmasına rağmen; 2007 Amy için kötü bir yıldı,” diyor babası.
“Gazeteler ona acımasızca davranıyordu ve düzenli saldırılarını durdurmak için yapabileceğimiz bir şey yoktu. Tabii ki bunlar ancak Amy uyuşturucuyu bırakırsa sona erecekti. Daha da kötüsü, Amy hâlâ Blake’le haşır neşirdi.” Babasına göre Blake Fielder-Civil, Amy’nin ölümüyle noktalanan düşüşünün de en büyük sorumlusu.
Kızının Blake’e hissettiklerini bağımlılık olarak tanımlayan Mitch Winehouse, ikisinin ilişkisi için günlüğüne “Bir gün sona ereceği umuduyla yaşıyorum,” diye yazıyor.
“Bu kitabı yazmak bütün anılarımı canlandırdı,” diyor Mitch Winehouse kitabın sonlarına doğru. “Günlüklerimi okudum, güzel zamanlarımızı, kötü zamanlarımızı ve yaşadığımız en kötü anı, Amy’nin ölümünü hatırladım.” Kızının ölümünden iki yıl sonra geldiği noktayı, yakaladığı en temel, en insani teselliyi okuyucularla paylaşıyor ve daha fazla söze de gerek kalmıyor: “Amy ile Cynthia artık birlikteler. Amy, sevginin her şeyin üstesinden geldiğine inanırdı; ben de inanıyorum. Hatta ölümün bile.”

Vatan

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.