1. HABERLER

  2. KIBRIS

  3.  “HİÇBİR ALANDA STRATEJİMİZ YOK”
 “HİÇBİR ALANDA STRATEJİMİZ YOK”

 “HİÇBİR ALANDA STRATEJİMİZ YOK”

Uluslararası Final Üniversitesi Rektörü Abdullah Öztoprak, ülkede yükseköğretimin sorunlarını ve üniversite sektörünün geldiği son noktayı Yeni Bakış’a değerlendirdi ve çarpıcı açıklamalarda bulundu:

A+A-

“Bizim toplumumuz için daha yüksek sayıda öğrencinin burada olması ekonomik açıdan önemlidir. Ama bunu doğru yollarla yapmamız gerekir”

“Şimdi gittiğimiz yolun doğru olduğuna inanmıyorum. Yani birçok alanda sorunlarımız var. Genelde hükümetler tarafından ve devlet makamları tarafından gereken yapılmıyor”

“Bir stratejisi olur bir ülkenin! Denilebilir ki "Tamam, biz yaptık stratejimizi. Bu ülkede 30 tane üniversite yeterlidir. Belki branşlaşmış üniversiteler olur. Bir planlamasını yaparsınız. Bunu yalnız bu çerçevede yaparsınız. Bir sabah kalkarsanız 15 üniversitemiz var, ertesi sabah kalkarsınız 25 üniversitemiz var”

“Eski üniversitelerimizin fiziki yapıları iyidir… Yeni üniversitelerin bir kısmı, hala daha apartman üniversitesi olarak çalışıyor. Veya Bakanlık’tan izin alıp YÖDAK’tan izin alamayanların bir kısmı, hala daha o konumdadır. Yani, şu anda, küçük bir bina, bir iki sınıf, birkaç ofis, üniversite izni alınması için yeterli gibi görünüyor”

Dr. Çiğdem DÜRÜST

Uluslararası Final Üniversitesi Rektörü Abdullah Öztoprak ile 2017’nin son saatlerinde, sımsıcak bir karşılama ve hoş ve samimi bir sohbet gerçekleştiridi.  Abdullah Öztoprak’ı bilenler bilir. Kâh sakınmadığı sözleri, kâh ince esprileriyle ortamı yumuşatan ama yarası olanların da gocunmasına yola açan mizacını Doğu Akdeniz Üniversitesi’nden anımsıyoruz. Uluslararası Final Üniversitesi’nde olmaktan çok mutlu görünüyordu. Yılların tecrübesini de oraya taşımış olduğunu ifade ediyordu.

Okuyun… Göreceksiniz…

Cesur olsak, yürünecek yolumuz çok, başarılacak işimiz çok. Bugüne kadar olanlar yok mu?

Elbette var… Fakat olması gerekenleri yapsak, her şey çok başka olabilirdi…

Ç.D.: Hocam,  bize zaman ayırdığınız için teşekkür ederiz.

 

A.Ö.: Hoş geldiniz. Bu kadar yol geldiniz bizim için. Üniversitemize değer verdiniz. Ben teşekkür ederim üniversitem ve şahsım adına…

Ç.D.: Son günlerde çok fazla üniversitenin açılıyor olduğunu konuşuyoruz. Öğrenci sayısının artırılması gerektiğinden bahsediyoruz. Hep ama hep sayıları konuşuyoruz. Nicelik var nitelik yok. Nasıl değerlendiriyorsunuz bunu?

A.Ö.: Maalesef öyle. Yani sayılar üzerinden konuşulur ki sayı önemli değil mi? Önemlidir aslında. Bizim toplumumuz için daha yüksek sayıda öğrencinin burada olması ekonomik açıdan önemlidir. Ama bunu doğru yollarla yapmamız gerekir. Şimdi gittiğimiz yolun doğru olduğuna inanmıyorum. Yani bir çok alanda sorunlarımız var. Genelde hükümetler tarafından ve devlet makamları tarafından gereken yapılmıyor. Şimdi nereden başlasak? Sayılardan dediniz… Evet, önemli. Ama bir öğrenci alınırken ülke dışından veya içinden… Türkiye'de sorun yok, belirli bir sistem içinde öğrencileri alıyoruz. Ama eğitimi tamam vermemiz lazım aldığımız öğrencilere. Yabancı öğrencilere gelince, belirli sistem getirilmeye çalışılıyor şu anda. Sadece YÖDAK Başkanı’nın ve YÖDAK’ın bu konudaki çalışmaları yeterli değildir. Yani yabancı öğrencilerde, maalesef bazı üniversitelerimiz, bunu söylemek mecburiyetindeyim, sırf mali kazanç için öğrenci getirebiliyorlar. Bunu bütün üniversiteler için söyleyemeyiz belki ama herkesin bildiği bir şeydir. Yani öğrenci geliyor, amacı öğrenci olmak değil. Gelip burada çalışmak için… Ha, birçok öğrenci de vardır ki, gelir kaynağı iyi değildir: Ek iş olarak çalışır. Bu dünyanın her yerinde böyle olur. Olabilir de. Bizde de olsun. Yani işgücü olarak veya kısmi işgücü, part time işgücü olarak da kullanılabilir. Ama sırf çalışmak için gelenler var. Ve maalesef bazı üniversitelerimiz de, bunu bilerek veya bilmeyerek ama genelde bilerek yapıyorlar. Ya da yapılmasına göz yumuyorlar. Öğrenci sınıfa girmiyor. Bunu tespit edip, öğrenciyi üniversiteden çıkaracaklarına, aynı şekilde devam ederek gelir kaynağı olarak öğrenciyi kullanıyorlar. Bu kabul edilebilir bir şey değildir. İngiltere'de benzeri bir olay bir üniversite tarafından yapıldı, kontrol edilmedi diye o üniversiteye yabancı öğrenci alma yasağı getirildi. Ta sistemini düzeltene kadar… Bizde de bu tedbirlerin alınması lazım. Ama şu anda, herhangi bir tedbir alma niyeti görmüyorum. Konuştuğumuzda yeterli kaynağımız yoktur derler. Yeterli kaynak yaratılacak! Bunun bir şekilde yaratılması gerekir. Bir fon oluşturulur: Gelen öğrencilerden oluşturulur, üniversitelerden oluşturulur… Bir şekilde ya da devlet kendisi bir fon oluşturur. Ama bu yapılmalıdır. Buraya öğrenim amaçlı gelmeyenler geri döndürülmelidir. Bu durum sadece sayısal sorunları değil, sosyal sorunları da karşımıza çıkarıyor. Yani uyuşturucudan tutunuz da her türlü sorun… Biliniyor. Yani bu konulara girmeyeyim diyorum ama, evet, kaliteyi artırarak sayıyı da artırmalıyız. Yani buraya öğrenciyi getirip, kalitesiz, ucuz eğitim vererek değil; kalitemizi de yükselterek öğrencinin bunun için buraya gelmesini sağlamamız lazım. Uzun vadeli yaşamamıza bu daha fazla yarayacaktır. Yoksa bu şimdi kısa vadeli ucuz eğitim, bol öğrenci… Ama uzun vadede, bir süre sonra, başka ülkeler, diplomalarımızı tanımamaya başlayabilirler. Şu anda diplomalarımız hemen hemen her ülkede tanınıyor. Bu büyük bir avantajdır. Bunu kötüye kullanıp da üniversitelerimizin saygınlığını yitirmelerine göz yummamamız lazım.

Ç.D.: Üniversitelerimiz hemen hemen dünyanın her yerinde tanınıyor derken tam olarak ne demek istediniz?

A.Ö.: Genelde YÖK’ün tanıdığı üniversiteler için evet. Bazı ülkelerde sadece YÖDAK’ın tanıdığı üniversiteler için de bu geçerlidir. Birçok ülke YÖK'ün tanımasını yeterli buluyor; bazı ülkeler de kendileri ayrıca gelip burada akredite etmeyi istiyorlar. Mesela Filistin. Filistin'de 6 üniversitemiz tanınıyor şu anda, ki bir tanesi de biziz. Uluslararası Final Üniversitesi. Ürdün'de zannederim 4-5 üniversitemiz tanınıyor… Yani böyle… Her üniversitemiz, her ülkede tanınır diyemem. Ama  ülkelerin çoğunda üniversitelerimiz tanınıyor.

Ç.D.: Hocam anlattığınız şeyler nitelik olarak, hem bilimsel bilginin üretildiği alan olan üniversite açısından, hem de üniversitelerin başka ülkelerde saygı görmesi açısından ciddi bir sorun gibi duyuluyor. Şu an sizi dinliyorum ve denetim yoksunluğundan bahsediyorsunuz…

A.Ö.: Şimdi tabi burada tartışılacak çok konu var. Belki bir kitap yazabiliriz burada. Evet, YÖDAK'ın yapısından bahsetmemiz gerekiyor: Toplam 7 üyesi var. YÖDAK'ın Başkanı Cumhurbaşkanı tarafından atanır. Üç üyesi meclis tarafından atanır. Siyasi… 3 üyesi de üniversiteler arası koordinasyon kurulu tarafından atanır. İki üye şu an onaylanmadığı için YÖDAK eksik devam ediyor. Ama gerekli çalışmalardan sonra tamamlanacaktır. Bugün 7 üyenin oturabileceği mekan yoktur YÖDAK binasında. Binadan başlamamız gerekiyor. Büyük öğrenci akımı olan bir ülkeyiz. Bilmem hiç YÖDAK binasına gittiniz mi? Acınacak durumdadır. Toplanabileceğimiz bir salon bile yoktur. Rektörler toplantılarını da Sayıştay'ın toplantı salonunda yaparız. Yıllarca yeni bina yapılacak diye sözler verildi… Yani bu çok süratle üzerine eğilinmesi gereken bir konudur. Sorun para mıdır nedir bilmiyoruz ama… Bir bina geçici olarak kiralanabilir. Veya en azından ek bina kiralanabilir. Geçici olarak. Bir sene, iki sene yeni bir bina yapılana kadar. Tek sorun bina olsa yine sorundur demeyeceğim. Yasada birçok yetkileri vardır bu kurumun. Ama parası yok, bir... O yetkileri kullanabilecek şu anda bir siyasi oluşum yoktur, iki… Yani üyeler çok iyi niyetle çalışıyorlar. Onların faaliyetlerinden hiçbir şikâyetimiz yok. Bilhassa yeni başkan, çok kararlı, çalışkan bir hanımefendi. Ve her türlü desteği de vermeye hazırız. Ama altyapı yok. Bir kere bu kurumun tamamen özerk olması lazım ki değildir. Yani düşünün 3 tanesi meclis tarafından atanan, 1’i de cumhurbaşkanı tarafından atanan üyeler. Bir de ülkemizde, üniversite açma izni 3 safhada verilir. Eğer YÖK’ü de bir aşama olarak sayarsak. Eğitim Bakanlığı, eğitime başlama izni verir; gerek üniversite olarak gerek program başına. YÖDAK eğitime başlama izni verir. YÖK de Türkiye'den öğrenci alabilmemiz için önemlidir bizim için denklik verir. Sadece YÖDAK onayıyla bazı yabancı öğrencileri ve KKTC öğrencilerini alıyoruz. Şimdi geriye dönelim: Kıbrıslı öğrencilerden bahsetmek istiyorum. Hiçbir sınav yapılmadan, her türlü programa öğrenci alınabiliyor. Ha üniversiteler kendi sınavlarını yapabiliyor. Ama o sınavların bir denetimi yok. Yani öğrencinin sınava girip girmemesi hususunda da bir denetim yok. Bir ülkede liseden mezun olan herkesin üniversiteye girmesi, o ülkede insan gücünün planlanması açısından da yanlıştır. Geçen gün açıklandı: Liseden mezun olan öğrencilerin %80'i üniversiteye gider, bu bence yanlıştır. Öğrencilerin de yanlış umutlarla girdiği programlardan alınan diplomaların da sonuçta atıl kalmasına neden oluyor. İş bulma açısından yeterli olmayabiliyor. Öğrenci, diplomasını alıp evde oturabiliyor. Veya memleketten kaçmak mecburiyetinde kalıyor iş bulabilmek için. Yani Kıbrıslı öğrenciler için bir merkezi sınav getirilmelidir. Zaten Yasa’da vardır; ama o konuda hiçbir faaliyet olmadı şu ana kadar. Dilerim yapılır. Ama yapılsa bile bu sınav, sınavın neticesinin nasıl kullanılacağı hususunda herhangi bir düzenleme yoktur. Tüzüğe bırakılmıştır.

Ç.D.: Yani çocuklarımızı Türkiye'ye öğrenim görmek için gönderdiğimiz ÖSYM'nin düzenlediği gibi bir sınavdan, ya da AB ülkelerine gönderdiğimiz GSCE sınavları gibi, bizim de ülkemizde merkezi bir sınav sistemi olmasından bahsediyorsunuz anladığım kadarıyla.

A.Ö.: Evet aynen. Bahsettiğiniz sınavlar içerisinde, edinilmiş puanlarla alakalı kurallar da konulabilir. Mesela Türkiye'de bir üniversiteye yerleşmek için girilen sınavın geçerliliği sağlanabilir. Örneğin Türkiye'deki üniversitelere girmek için girdiği sınavın sonucunda, 180 puan almış bir öğrenci, Türkiye'de istediği bir programı kazanabilsin ya da kazanamazsın, girebilsin ya da giremesin burada bu puanla herhangi bir programa alabiliriz. Ama ÖSYM sınavlarına girmeyen öğrencilerin, burada bir sınava tabi olmaları lazımdır. Yani bugün, sıfır matematik sorusu çözerek mühendislik fakültelerine gidebiliyorsunuz. Bunu vurgulayıcı olsun diye söylüyorum.

Ç.D.: Enterasan olan, mezun da oluyorlar hocam…!

A.Ö.: Şimdi bu işin diğer tarafı. Yani bir denetleme… Bu işin acı tarafıdır. Yani bugün YÖDAK’ın bu yapısıyla, bu mümkün değil... Çünkü eskiden Cumhurbaşkanı, şimdi de Maliye Bakanı’na avuç açar durumdadır YÖDAK! Zaten özerk olabilmesi için ayrı bir geliri olması lazım. Bir akreditasyon kurumudur aynı zamanda. YÖDAK akredite ettiği her programdan veya her öğrenci başına bir ücret alabilir. Bu çok büyük bir rakam olmayacaktır. Eğer 100.000 öğrencimiz varsa ki o bile bence tartışılabilirdir... Eğer 100.000 öğrencimiz varsa 10 $ alsak mesela öğrenci başına, 1 milyon dolardır bu ki yeterlidir diye tahmin ediyorum. Bilmiyorum. Oturup hesabını yapmadım ama bu önemli bir gelir olacaktır kurum için. Bu şekilde denetlemeye gidebileceklerdir. Yani özerk olup kendi elemanlarına da istihdam edebilir hale gelmesi lazım YÖDAK'ın. Şimdiki şekliyle olmaz. Şu anda devlet atıyor YÖDAK elemanlarını. Özerk bir kurumun, kendi elemanını alabilmesi lazım... Yeterli eleman alabilecek, fiziki yapıya ve kaynağa sahip olması lazım... Yani biz övünüyoruz üniversiteler yarattık, ama üniversiteler için gereğini yerine getiremiyoruz.

Ç.D.: Üniversitelerarası öğrenci transferleri konusunda ne diyorsunuz? Bu normal oranda bir yatay geçiş gibi görünmüyor gözlemlediğimiz zaman? Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz.

A.Ö.: Kırıcı olmak istemiyorum… (Biraz düşünüyor ve kafasında cümlelerini toparlamaya çalışıyor) Gelir… Gelire önem verildiği için kalite ikinci planda kalıyor. Tabii ki yatay geçişle, belirli kriterlerle öğrenci alınabilir. Bir de yani öğrencinin geçmesi önemli değil. Tabii ki belirli kriterler çerçevesinde öğrenci geçiş yapacaktır. Örneğin belki konum olarak daha iyi bulur diğer üniversiteyi, ya da eğitim şartlarını daha iyi bulur, daha ucuz bulur, bir arkadaşı vardır geçmek ister geçebilir… Bunlar olacaktır. Ama sorun  şu anda öğrencilerin geçiş yapması değildir. Para esas alınarak geçiş yapılığı için sorun oluyor. Diyelim bir üniversiteden bir öğrenci bir grup yaratır on kişilik. Gider diğeri üniversiteye ve pazarlık eder. Biz öğrenci başına 20.000 TL veriyoruz, 10.000 TL’ye düşürürseniz size transfer olacağız diyorlar. Bu şartlarda transfer oluyorlar. Ayıp olan da budur zaten. Bu üniversitelerimizi tamamen ticari kuruluşlar haline getirir. Yıpratır bizi öğrencinin gözünde. Gerek yabancı öğrencinin gerek Türkiyeli öğrencinin gözünde. Bence bu durum ileride bize büyük zarar verecek bir olaydır.

Yalnız şunu belirtmem gerekiyor ki, biz Final üniversitesi olarak bunu kesinlikle yapmıyoruz. Yapmıyoruz! Şimdiye kadar da yapmadık. Zaten daha çok yeniyiz belki, ama yapmayacağız da.

Ç.D.: Bakanlar Kurulu'nda son verilen üniversite izinlerinden sonra, 20 yıllığına yeni izinlerin verilmeyeceğini tartıştık 2-3 hafta önce.

A.Ö.: Hayır, ben böyle bir şey duymadım. Bilmiyorum. Son zamanlarda başvuran 3 üniversiteye halen verilmediğini biliyorum. Şimdi yeni yasanın geçmesiyle süreç değişmiştir. Eskiden üniversite açma izni bakan tarafından verilirdi. Şimdi üniversite açma izninin, bu izinleri vermek üzere kurulmuş bir ön izin kurulu tarafından ön değerlendirmesi yapılması uygulamasına geçildi. Fakat ne yazık ki bu da tamamen siyasilerden oluşan bir kuruldur. Yani siyasi istek doğrultusunda kararlar alabiliyor diyelim, alındı demeyelim. Ve bu 3 yeni üniversite o kurula gitti. O kuruldan bakanlar kuruluna geçti. Bakanlar Kurulu'ndan Meclis'e gönderdiler.  Meclis'teki komiteye aktarıldı. Komiteden çıkacak, Genel Kurul’a gidecek. Bu sefer de seçimler geldi ve komisyonda kaldı, bildiğim kadarıyla. Ama bundan sonra, 20 sene üniversite izni verilmemesi, sürecin durdurulması gibi bir şeyi bilmiyorum...

Ç.D.: Medya aracılığı ile toplumda bu konu tartışılırken, özellikle Demokrat Parti ve “Denktaş” adına eleştiriler de oluştu kamuoyunda.

A.Ö.: 20 yıl kararı yanlış olabilir. Yani 20 yıl süreyle üniversite açılmasın dememeliyiz. Çok üniversite açılması, çok doğru olmayabilir. Ama sorun bu değildir. Açılan üniversitelerin denetlenmemesi sorundur. Öyle olaylar duyuyorum, duyma demeyelim, biliyorum… Bir hoca 7-8 ders verebiliyor aynı dönem içerisinde. Bazı üniversitelerimizde. Şimdi bu, ne diyeyim yani, katlediyoruz üniversiteyi üniversiteciliği, yüksek öğrenimi… Ben mühendisim. Hayatım boyunca toplam sekiz değişik ders belki verdim, belki o civarda veya biraz üzerinde verdim. Toplam yani: Bütün akademik yaşantım boyunca. Zannederim ilkokul öğretmeni bile sekiz değişik derse girmiyor olabilir. Ve bu bir aşırı örnek. Ama var örnekleri. Bir hoca o kadar ders veremez. Hazırlanamaz. Hazırlasa bile zaten zaman yetmez. Ne zaman ödev verecek, ne zaman bu ödevleri kontrol edecek? Nasıl yapacağız bu eğitimi? Avrupa’dan bahsediyoruz. Bolonya Süreci diyoruz. Bunu yasalarımızın içine koyuyoruz. Ama onlara çok aykırı şeyler yapıyoruz. Bolonya Süreci’nde belirtilen planlanmış çeşitli kriterler var. Biz Final Üniversitesi olarak tamamen ona göre hazırlanıyoruz. Benim daha önceki meslek hayatımda akreditasyonlarla ilgili tecrübem var. Ekibimin çoğu da akreditasyonlar konusunda deneyimli bir ekiptir ve üst seviyede tecrübeli hocalarımız var burada. Bütün ders programlarımızı, bu bahsettiğimiz kriterler dahilinde yapıyoruz. Biz kendimize güveniyoruz. Ama istiyoruz ki rakip diyebileceğimiz, ki rakip yanlıştır, ülkenin üniversite yaşamına katkı koyan üniversitelerin tümünün böyle yapmasına ve bunun belirli bir mekanizma tarafından denetlenmesini istiyoruz. Bu olay çok ciddidir. Şimdi siz bir programı açtınız. Bir programda şunları şunları şunları öğreteceğim dediniz. Öğrenci çıktıları denen şeyler bunlar. Ben mühendisi yetiştireceksem şunları şunları öğreteceğim dersiniz. Daha sonra bunları hangi derslerle ne kadarını öğreteceğimizi belirleriz. Ondan sonra ders programları hazırlanır. Programlarınızın da verilip verilmediğinin denetlenmesi gerekir. Önce üniversite kendi içinde denetleyecek, sonra da dıştan YÖDAK gibi kurumlar veya dış akreditasyon kurumları da gelip denetleyebilir. Ama şimdi daha önce anlattığım nedenlerle YÖDAK bu görevleri yeterince yerine getiremiyor. Yükseköğrenim sektörümüz denetlenmezse çökecek. Şimdi siz, özel sektöre bir yetki veriyorsunuz. Bu yetki aslında bir para kazanma yetkisidir. Bunun kalitesinin ne olduğunun ölçülmesini beklersiniz değil mi? Yani tarımda, adama: “Domates salatalık yetiştir!” diyorsunuz; ondan sonra bakıyorsunuz, sağlıklı mıdır değil midir diye… Tabi bakıyor muyuz? O da ayrı bir konudur… Yani bakmamız gerekir en azından. Burada da öyle! Ürünlerinizin ölçülmesi lazım… Tabii yükseköğrenim süreci de uzun bir süreç olduğu için, ölçülmesi ve denetlenmesi çok önemli. Bu yapılmazsa ileride çok daha büyük sorunlar çıkabilir karşımıza. Yani bir de, işte, başlangıçta da söylediğim gibi çok üniversite, çok öğrenci sayısı… Bir stratejisi olur bir ülkenin! Denilebilir ki "Tamam, biz yaptık stratejimizi. Bu ülkede 30 tane üniversite yeterlidir. Belki branşlaşmış üniversiteler olur. Bir planlamasını yaparsınız. Bunu yalnız bu çerçevede yaparsınız. Bir sabah kalkarsanız 15 üniversitemiz var, ertesi sabah kalkarsınız 25 üniversitemiz var! Bu olmaz. Şu anda az önce bahsettiğim üniversitelerle birlikte verilmiş izin sayısı zannederim 34’tür.

Ç.D.: Hali hazırda hayatta olan sayı nedir?

A.Ö.: Hali hazırda eğitim vermekte olan, bu Türkiye'deki üniversitelerin kampüs üniversiteleri dahil, 16’dır.

Ç.D.: Evet ben de 16 biliyorum. Apartman üniversiteciliği yerini biraz daha fiziki yapısı düzgün üniversitelere bırakıyor gibi. Ne dersiniz?

A.Ö.: Eski üniversitelerimizin fiziki yapıları iyidir… Yeni üniversitelerin bir kısmı, hala daha apartman üniversitesi olarak çalışıyor. Veya Bakanlık’tan izin alıp YÖDAK’tan izin alamayanların bir kısmı, hala daha o konumdadır. Yani, şu anda, küçük bir bina, bir iki sınıf, birkaç ofis, üniversite izni alınması için yeterli gibi görünüyor.

Ç.D.:İşte yine karşımıza denetimle ilgili bir sorun çıkıyor!

A.Ö.: İşte orada YÖDAK'ın biraz ısrarcı olmasıyla durum düzeltilmeye çalışılıyor, ama biliyorsunuz ülkemizde siyasi baskı çok yoğun. Yani ileride yeni bir yasa ile daha da siyasileştirilebilir de bu durum. Ama tabii mali gücü olmayan ve düzeni olmayan bir kuruluşun baskı altında kalması kaçınılmazdır. Baskı altında kalıyor YÖDAK. Maalesef eğer yorumlayacaksak, geçen gün siyasi bir parti ziyareti oldu üniversitemize. Onlara da söyledim. Her siyasi parti, hükümete gelmezden önce özerk bir kurumdan bahseder. Geldiklerinde “Güç bende! Ben kimseye bunu kaptırmam!” gibi yaklaşıyorlar.

 

Ç.D.: Hocam, ben bazen köşe yazılarımda da bunu vurguluyorum. Ama sizin bu konudaki fikriniz elbette benimkinden daha doğru olacaktır. Devletin ve hükümetlerin, ilerleyebilmek adına üniversitelerden ne kadar faydalandığını düşünüyorsunuz? Bu konudaki vizyonları hakkındaki düşünceniz nedir?

A.Ö.: Bu konuda yeterli işbirliği pratiğinin oluşmadığını gözlemliyorum. Şimdi, çok acı bir şey söyleyeceğim de: Bu kadar ders yükü olan hocalar, sizce faydalınabilir halde midirler? Kendi zamanlarını, bu kadar ders yükü olan bir hoca, oturup bir konuda bırakınız rapor hazırlamayı düşünecek vakti var mıdır ki hükümet ya da devlet bunlardan faydalansın. İşin bu tarafını da düşünmek gerekiyor.

Yeni Bakış

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.