1. HABERLER

  2. MAGAZİN

  3. Kösem Çok Büyük Hatalarla Dolu!
Kösem Çok Büyük Hatalarla Dolu!

Kösem Çok Büyük Hatalarla Dolu!

“Bırakın tarihi tarihçiler yazsın” aşksız 15 dakika ayakta duramaz o dizi;

A+A-

“Bırakın tarihi tarihçiler yazsın”

Özlem Kumrular: “Tarih dizilerini kurgusal aşk istila etmiş durumda. Türkiye’de aşksız 15 dakika ayakta duramaz o dizi. Kösem çok büyük hatalarla dolu. Milyonların hafızasına yanlış bilgiler çakılıp kalıyor. Bırakın tarihi tarihçiler yazsın.”

Kösem Sultan hakkında bir kitap yazmak fikri nasıl ortaya çıktı? Kitabı ne kadar zamanda nasıl bir çalışmayla yazdınız?
Geçen sene sonbaharda Halil İnalcık’la Devlet-i Aliyye’nin ikinci cildi üzerine konuşurken hoca, “Sen Kösem’i yaz” dedi. Hatta sıkıcı olmayan bir kadın biyografisi yazmam gerektiğini de yine kendi üslubuyla hatırlattı: “Yazarken Boğaz’a bakmayı unutma.” Bu bir yıl içinde Osmanlı, İtalyan ve İspanyol arşivleri ile döneme ait farklı dillerden yazılmış tüm kaynakları taradım. Atina’dan Salamanca’ya, Zagreb’ten Cagliari’ye kadar pek çok şehirde ne bulduysam topladım.Yunanca’dan Osmanlıca’ya kadar pek çok dilde Kösem’in yaşadığı dünyaya bulduklarımla onun hayatını yeniden kurmaya çalıştım. Kendi eliyle yazdığı mektuplarda satır aralarına sıkışmış ifadeleri inceledim. Bir tek kelimenin peşinden bile çok uzun bir yolculuk yaptığım oldu.

Bu kitapta nasıl bir Kösem Sultan’la tanışacağız?
Kösem erke âşık bir kadın. Duygusal, romantik tarafını görmüyoruz. Bir duygu insanı değil bir akıl insanı. Attığı adımlarda hiçbir zaman duyguları ön planda değil. Pratik, mantıklı, basiretli, ihtiyatlı bir kadın olarak tarihin yaldızlı sayfaları arasında yer alıyor. Ama kimse onu koca gönüllü bir âşık ya da mâşuk olarak hatırlamayacak. Katı, zaman zaman acımasız, devlet politikasını çok iyi bildiği için ne zaman bir adım geri atması gerektiğini bilen biri. Gücü ele geçirdiği dönemde saraydaki her işin takibini yapıyor: Bir savaş için hazırlanacak mühimmattan, saraya alınacak peynir, ya da sofanın direklerinin tamirine kadar! Güç yüklü elleri her yere ulaşıyor. Aynı anda hem devlet işlerinin hakkında geliyor, hem de pratik olarak halledilmesi gereken her konuya eğiliyor. Üstelik hayli titiz. Klasik bir hanedan kadını; çağının ilerisinde, sanata hamilik yapan entelektüel bir kadın değil. Zenginliğini her hanedan kadını gibi hayır yapıları ve vakıflara akıtıyor. Sanatın diğer alanlarında ölümsüzlüğü yakalama şansı olmayan Osmanlı hanedan kadınlarının hepsi gibi ölümsüzlüğü kitabelerde arıyor. Hatta ömrünün sonuna doğru hayli yardımsever bir kadın olarak çıkıyor karşımıza. Avrupa’da hükümdarlar ve saray kadınları günahlarından arınmak için yaşlanınca manastıra çekilirler, Osmanlı’da çağdaşları da aynı sebeple hayır işlerine sığınıyorlar.

Osmanlı devletinin yönetiminde kimlerin etkisi ne kadardı, ya da başka bir deyişle padişahlar yönetime ne kadar hâkimdi? (Kösem hangi ilişkiler ağıyla kendisine nasıl bir yer edindi?)
Bu her dönemde değiştiği gibi, bireysel olarak padişahtan padişaha da değişiyor doğal olarak. Kösem’in içinde yaşadığı yüzyılda padişahın etkisinin onca yüzyıl sonra en asgari düzeyde olduğunu görüyoruz. 16. yüzyılın sonunda başlayan Celali ayaklanmaları sosyal, siyasi ve askeri bir değişime yol açıyorlar. Artık sisteme hâkim padişah profilinin tamamen yok olup asker karşısında boynu neredeyse kıldan ince bir hükümdarın geliştiği bir yüzyıldan bahsediyoruz. Ocak ağaları, harem ağaları, ulema başta olmak üzere karar mekanizmasına giden yollarda kilit noktalar oluşmaya başlıyor. Kösem bu denge unsurları ve iktidar mücadeleleri arasında bir kadın olarak ayakta kalmayı başarıyor. Her ne kadar kendisini saydırmayı başarsa ve devleti ayakta tutacak gücü olduğunu ispatlamış olsa bile kadının yönetimde bulunmasından hoşlanmayan bir toplumda çetrefil bir savaş verdiği şüphe götürmez. Sadece bir kadınla çalışmak, ondan emir almak zorunda kalan ataerkil bir devlet erkânının değil, toplumun çiçeği sayılan entelektüel katmanın bile bundan haz ettiği söylenemez.

Birinci Ahmet güçlü bir padişahtı. Sizin kitabınızdan da Kösem Sultan’ın onun dikkatini güzelliğinden çok zekâsıyla çektiği izlenimini ediniyoruz.
Kösem’in güzelliğinden çok aklını kullanmasına yapılan referanslar mı onun güzelliğini ikinci plana itmiştir, yoksa gerçekten dönemin güzellik anlayışı çerçevesi içinde sıradışı bir güzel olarak görülmez mi,  bilemeyiz. Bildiğimiz tek şey kurnazlığının, zekâsının ve hırsının fiziksel görüntüsünün çok daha ötesinde olduğudur. Güzelliğinden her zaman dem vurulsa da altı çizilen diğer özellikleri arasında kaybolup gider. Lâkin genel olarak güzellikten ziyade bir şeytan tüyüne sahip oluşudur. O dönemde İstanbul’a gelen Sandys “Casek Cadoun” olarak kaydettiği Kösem’in güzelliğine büyüyü de eklendiğinin söylendiğini belirtir. Şarkı söyleyen, sohbet eden, güven uyandıran bir kadın.

Bugün ondan geriye kalan mektuplar hakkında ilginç bir tespitiniz var. Kösem’in kendi işine hâkim ama Türkçeyi iyi bilmeyen ve iyi eğitim almamış biri olduğunu el yazısından anlıyorsunuz. Bu konuyu açar mısınız?
Hep Harem’in bir okul olduğu iddia edilir, doğrudur. Ama yeterli bir okul değildir. Harem kadınları Avrupa’daki saraylı kadınların entelektüel olarak fersahlarca gerisinde kalmışlardır. Saraya tiyatro, bale, dans, daha sonra opera getiren, bilim adamlarıyla mektuplaşan, pek çok dil konuşan Avrupalı saray kadınların yanında daha mektuplarını yanlışsız yazamayan bir Osmanlı saray kadını prototipi ile karşı karşıyayız. Kösem’in Türkçe bilmesine rağmen Arap alfabesindeki Türkçe karşılığı olmayan sesleri yazarken yaptığı hatalar bunu ele veriyor. Yazısı ne yazık ki, Avrupalı kaligrafi gibi yazı yazan çağdaşlarının aksine zarafetten yoksun. Kitaplarla ilgilenmiyor Kösem. Kendisinden kalan mektup külliyatının büyük bir kısmı ısmarladığı, ya da tamir ettirdiği mücevherlerle ilgili; ama kitaba dair tek bir satırı yok. Edebiyat zevkine dair hiçbir şey bırakmamış.

Osmanlı’da “taht oyunları”nı yönetenler aslında padişah anneleri mi?
Etkin oldukları doğru, ama tabii ki bütünüyle değil. Özellikle 17. yüzyılda askerin istekleri karşısında ayakta durmak çok zor. 16. yüzyılda kadınlar bu alanda çok daha etkinler. Kösem’in yüzyılı askerin sel gibi önüne geçen her kuvveti sürükleyip devirdiği bir asır. Avrupa’da taht çarkı içinde hükümdar annelerinin yanı sıra kız kardeşler, teyzeler ve diğer kadın hanedan üyeleri de var. Şarlken’in İmparator seçilmesi arifesinde annesi, teyzeleri, kız kardeşlerinin Avrupa’nın dört bir sarayında nasıl etkin olduklarını hatırlamamız yeterli. Osmanlı’da valide sultanlar sadece taht oyunlarında değil, oğulları başa geçtikten sonra da en etkin kadın figürü olarak sarayda bulunuyorlar. Avrupalı çağdaşları regina madre’ler (anne kraliçe) gibi onlar da siyasetin içinde farklı boyutlarda yer alıyorlar ve oğullarının kısmen danışmanlıklarını yapıyorlar. “Anneye saygı kültürü”nün etkisinin siyasi alana kadar yayılmış olduğu görülüyor.

Bu kadınlar neden bu kadar ilgi çekiyor. ‘Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş sebeplerinden biri olarak “Saray kadınlarının ülke yönetimindeki etkisinin artması” ezberimizin bu konuda bir rolü var mı?
Kadınlar tarihin her döneminde, her sarayda devletin iç ve dış siyasetinde etkin olmuştur. Unutmayın ki tarihi yüzyıllar boyu erkekler yazdı. İçinde yaşadığımız çağa kadar bir tek kadın tarihçi ya da vakanüvis duydunuz mu? Avrupa sadece Osmanlı’dan bu açıdan daha şanslıydı çünkü onlar kadınların varlığını kabul edip tarihlerini yazdılar. Avrupalı bir hükümdarın kız kardeşinin tarihini yazabilirsiniz, çünkü kaydedilmiştir. Ne okuduğunu, ne yediğini, ne düşündüğünü... Koskoca bir cilt çıkar. Bu bizde böyle değil ne yazık ki. Kadının varlığını görmek istemeyen bir erkek devletinin tarihinde kadınların sadece olumsuz şekilde hatırlanması gayet doğal. Koskoca vakanüvis Naima’nın bile eserinde Kösem’i kadın aklıyla iş yapmakla suçlayıp, neredeyse noksan akıllı olduğunu ima ettiğini hatırlamak yeter. “Siyasi mizojen” bir devlet geleneğinden geliyoruz ve bu ne yazık ki hiç değişmedi. Tarihi yüzyıllar boyunca kadınlar yazsaydı bambaşka çıkarımlarla karşılaşırdık.

Popüler tarihe ilgi de arttı. Filmler, diziler, kitaplar. Tarihi çoklukla dizilerden öğrenmeye başladık gibi. Bunun son örneği Muhteşem Yüzyıl’dı, şimdi de Kösem dizisi var, ne dersiniz?
Keşke tarihe olan popüler ilgi artsaydı... Bu ilgi piyasaya çok yanlış, taraflı, çirkin kitapların çıkmasına sebebiyet verdi. Piyasa kötü kitaba doydu. Tarih uzmanı olmayan okur iyiyi ve kötüyü ayırt edemediği için bu “yanlış” kitaplar okunur duruma geldi. Diziler ise başka bir sosyal yara. Bunlar aslında tarihe ihanet etmedikleri süre içinde çok yararlı olabiliyorlar, ama Türkiye bunu henüz başaramadı. Ben sadece İspanya’da gösterilen Carlos Kral İmparator dizisini izliyorum. Bir tek aşk teması olmadan üst üste üç bölüm verildi. Gerçekleri veriyor, aşk sadece gerektiği yerde var. Bizde ise tarih dizilerini kurgusal aşk istila etmiş durumda. Türkiye’de aşksız 15 dakika ayakta duramaz o dizi. Kösem çok büyük hatalarla dolu. Belli ki senarist kadrosu kendi bildiğini okumuş. Dizinin dönemi iyi bilen, konusunda uzman akademisyen-tarihçi danışmanları var. Senaristlerin onların sözünden çıkmaması ve izlenebilirliği artırmak için saçma tarihsel hatalar yapmamaları şart. Sonra “ama bu bir kurgu” diyerek işin içinden çıkıyorlar. Milyonların hafızasına yanlış bilgiler çakılıp kalıyor. Sonuç olarak: Bırakın tarihi tarihçiler yazsın.

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.