1. HABERLER

  2. KÜLTÜR-SANAT

  3. MANDELA’NIN YAŞAMINDAN
MANDELA’NIN YAŞAMINDAN

MANDELA’NIN YAŞAMINDAN

Mandela’nın doğum günü, yalnızca Güney Afrika’da değil, dünyanın çeşitli ülkelerinde, farklı etkinliklerle kutlanmakta, Mendela’nın dünya için esin kaynağı olan mücadele ve görüşleri anılmaktadır.

A+A-

Bir ayı aşkın süredir hastanede bulunan ve 95 yaşına giren Nelson Mandela, ırkçı beyaz azınlık yönetimine karşı yürüttüğü mücadele, uzun cezaevi yıllarındaki onurlu ve kişilikli tutumu, salındıktan sonra gösterdiği barışçı ve uzlaşmacı tutumla, büyük çatışmalara yol açmadan ülkenin demokratik sisteme geçişindeki liderliğiyle dünyanın en saygın lideri arasında yer almakta.

Birleşmiş Milletler’in Kasım 2009’da doğum günü olan, 18 Temmuz’u “Uluslararası Mandela Günü” ilan etmesi ona dünya liderleri arasında özel bir konum kazandırmakta. Bu nedenle de Mandela’nın doğum günü, yalnızca Güney Afrika’da değil, dünyanın çeşitli ülkelerinde, farklı etkinliklerle kutlanmakta, Mendela’nın dünya için esin kaynağı olan mücadele ve görüşleri anılmakta.

BM Kararı ile, Mandela’nın; dünyada demokrasi ve barış kültürünün yayılmasındaki katkıları vurgulanarak, insan hakları, ırkçılığın önlenmesi, uzlaşma, cinsiyet eşitliği, çocuk hakları, yoksullukla mücadele gibi alanlarda insanlığa hizmete adanmış yaşamı ve dünya görüşünün, tüm insanlar için esin kaynağı olması amaçlanmakta.

Siyahların özgürlüğüne kavuşmasında kilit rol üstlenen Mandela’nın güçlü irade ve kişiliği ile gösterdiği insan üstü dirençle, güç ceza evi koşullarında kendisine tanınmak istenen ayrıcalikları bir yana iterek, özel kişisel ayrıcalıklar yerine önce “tüm siyahların özgürlüğünü” ideal olark benimsemesi ve bu tutumunu kararlılıkla sürdürmesi, onu özgürlük mücadeleleri tarihinde özel bir yere oturtmakta.

Mandela,  18 Temmuz 1918 Transkei’de Thembu kabilesi alt kolu Madiba klanına mensup bir babanın oğlu olarak doğdu. Babasının dört eşi ve dördü erkek olmak üzere 13 çocuğu vardı. Mandela’ya kadar ailede kimse okula gidip eğitim görmemişti. Köydeki yakınlarının telkini üzerine babası okula göndermeyi kabul etti. Köyün arka yamacındaki okula gideceği zaman, babası bir pantolonu dizlerinden keserek Mandela’ya verdi ve bir ip parçasını kemer yerine kullandı. O dönemde okulda siyah çocuklara beyaz ismi verilmesi, daha medeni, modern görülmekteydi, öğretmeni ona “Nelson” adını verdi.

19 yaşına geldiğinde, Fort Beaufort’taki ülkenin en büyük siyahlar kolejine gönderildi. Burada İngiliz kültürü ağırlıklı bir eğitim verilmektekeydi. Burada aynı zamanda spor yapmakta, box çalışmaktaydı. 21 yaşında ise, eğitimini sürdürmek üzere, Fort Hare’ye geldi. Burası seçkin 150 kadar öğrencinin eğitim gördüğü bir okuldu. Hayatında ilk kez pijama giydi, diş macunu ile dişini fırçaladı, ilk kez sıcak su, banyo ve modern tuvalet görmekteydi. Birlikte avukat bürosu açacakları, ANC’nin Gençlik kolunu kuracakları, daha sonra ANC liderliğini üstlenecek,yakın mücadele arkadaşı Oliver Tambo ile burada tanıştı. Ayrıca, burada öğrenci temsilciliği seçimleri ile ilk kez demokratik temsil uygulaması deneyimleri yaşadı.

Mandela yaşamını, ülkesindeki ırk ayrımcılığına dayanan sistemin değişmesine adamıştı. Ülkesinin ilk siyah avukatlarından biri olarak yıllarını bu uğurda mücadele ile geçiren Mandela, Afrika Ulusal Kongresi’nde gençlik kolundaki çalışmaları, ardından ANC’nin silahlı kanadı lideri olarak, başta Afrika ülkeleri olmak üzere, uluslararası toplumun desteğini sağlamada büyük başarı elde etti. Ancak, ülkesine döndüğünde kısa süre sonra yakalandı ve 27 yıllık cezaevi yaşamı başladı.

Nelson Mandela, 1963’te ömürboyu hapse mahkum edildiği yargılamada dört saatlik savunmasını tarihe geçen şu sözlerle bitirmişti : “Yaşamım boyunca hayatımı  siyahların mücadelesine adadım. Beyazların üstünlüğüne karşı mücadele ettim, siyahların üstünlüğüne karşı mücadele ettim. Tüm insanların bir arada, uyum içinde, eşit fırsatlarla yaşadığı demokratik ve özgür bir toplum düşüncesini kutsal bildim. Bu, benim yaşamayı ve başarmayı ümit ettiğim idealdir.  Fakat, eğer gerekirse, uğruna ölmeye hazır olduğum idealdir.”

 

Cezaevi yılları

 

Mandela’nın 1964’te Robben adasında 46 yaşında başlayan cezaevi yıllarına ilişkin bir kaç not, yaşam koşulları ve kendisinin güç koşullara direnme yeteneğini göstermesi nedeniyle önem taşımakta.

Mandela, Robben adasına altı yakın arkadaşıyla birlikte götürüldü, siyasi mahkumlar olarak ayrı bir bölümde ayrı ayrı hücrelere kondular. Cezaevinin katı kuralları büyük ölçüde beyaz ırkçı yönetimin takdirine göre uygulanmakta, bazen keyfi uygulamalara da katlanmak zorunda kalmaktaydılr.

Cezaevinde kaldıkları küçük hücrede, çok eski ince battaniyeler altında soğuk havalarda elbise ile uyumakta, soğuk su ile banyo yapmaktaydılar. Hergün sabah 05.30’da kaldırılmakta, tuvalet kovasını temizlemekta, yetersiz ve kötü kahvaltı ve yemeklere katlanmak zorundaydılar. Hücrelerde sürekli yanan ışık altında uyuyorlar, birbiriyle konuşmaları yasak olduğu için gardiyana duyurmadan fısıltı ile iletişin kurmaya çalışıyorlardı. Saat ve takvim yasak olduğu için, Mandela hücre duvarına günleri işaretlemekteydi.

Cezaevinde ilk günlerinden başlayarak taş ocağında taş kırmaya başladılar. Taş kırarken dahi birbirleriyle konuşmaları gardiyanların göz yummasına bağlıydı. Direnme güçlerini kırmak isteyen, bu nedenle hergün daha fazla taş kırmalarını isteyen komutana karşı direnme, Mandela’nın başı çektiği, cezaevi yönetimiyle uzun yıllar sürecek ilk çatışmaydı.

Taş ocağı madeni yanında, kireç taşı madeninde de çalıştırıldılar. Kireç taşı tozlarının her taraflarına yapışması, yansıyan güneş ışınlarının gözlerini zorlaması nedeniyle çalışma koşulları çok güçtü. Buradaki çalışmanın altı ay süreceği, ardından daha hafif işe geçecekleri söylendi. Ancak bu madendeki çalışma 13 yıl sürdü. Güneş gözlüğü istekleri ise, 3 yıl sonra karşılandı.

Önemli bir sorun, dış dünya ile ilişiklerinin tamamen kesilmiş olmasıydı. Gazete okumak, haber almak için herşeyi yapma durumundaydılar. Taş ocağında çalışırken muhafızların sandviçlerini sardığı gazete parçları dahi onlar için çok önemliydi. Diğer  mahkumlarla çeşitli yollarla haberleşerek, dışarıdan bilgi almaya çalışıyorlardı. Zaman zaman parasız muhafızlara rüşvet vererek gazete getirtmekte, gizli gizli okumaktaydılar. Böyle gizli bir okuma sırasında yakalanan Mandela üç gün tecrit cezası almıştı. Anck bu ilk tecrit cezası olmayacaktı, herhangi bir kural ihlalinde tecrit verilmekteydi. Bu arada, gazete okuma şansı olamayan Mandela için üzücü olacak, siyasi veya ailesi ile ilgili bazı haberlerin kupürleri kesilerek yatağının üzerine bırakılmaktaydı.

Altı ayda bir kez, 500 kelimeyi geçmeyen bir mektup yazmaya izin verilmekte, ancak katı bir sansür uygulanmaktaydı. Giden veya gelen mektuplarda istenmeyen satırlar mürekkeple kapatılmakta veya jiletle kesilmekteydi. Cezaevi yönetiminin Mandela’ya uyguladığı pisikolojik baskıda dış dünya ile iletişim, mektuplaşma önemli bir  yer tutmaktaydı. Avukatlarına ulaşması engellenmekte, siyasi yandaşlarla yazışması yasaklanma yanında, kendisine gelen mektupların büyük bir bölümü verilmemekteydi. 1975 yılında eşinin gönderdiği beş sayfalık mektubun sadece iki sayfasının bazı bölümleri, kendisine verilmişti.

Diğer yandan, mahkum aileleri içn ziyaretler çok zordu. Cezaevinin adada olması yanında, cezaevi yönetimi ailelere ulaşarak, yeterli zaman tanımadan,  “yarın gelmelerini”  söylemekte, bir çok ziyaret bu nedenle yapılamamaktaydı. Mandela’nın eşine daha üç ay dolmadan ziyaret izni verilmişti. Buna mutlu olan Mandela, altı ay sonra eşini tekrar görebileceğini ummuştu. Ama, eşinin ikinci ziyareti çeşitli engellemeler nedeniyle ancak iki yıl sonra gerçekleşti. 1968 baharında annesi ilk ve son kez kendisini ziyaret ettti. Haftalar sonra ölüm haberi geldi, cenazesine katılması için izin verilmedi.

Cezaevinin yönetimi, kurallar ve uygulamalar siyasi mahkumların direnç ve kendine güvenlerini kırmak üzerine kurulmuştu. Mandela böyle bir yönetime karşı, siyasi mahkum olarak eğilmeyeceklerini gösterme misyonunu da üstlenmişti. Siyasi mahkum grubunun doğal lideri olarak,  ceza evi yönetimiyle çatışmakta, az da olsa ziyarete gelen siyasilere, Kızıl Haç gibi kuruluş temsilcilerine, cezaevi koşullarını ve kötü yönetimi şikayet etme görevi de kendisine düşmekteydi. Mandela bu nedenle cezaevi gruplandırmasında “uyum göstermeyen” “sorun çıkaran” mahkum olarak sınıflandırılmaktaydı.

Mandela’nın aldığı hukuk eğitimin katkısıyla, cezaevi yönetimine yaşadıkları sıkıntılar için yaptığı çeşitli  başvurular uzun yıllar yanıtsız kaldı. Cezaeevi koşullarında iyileşmeler, uluslararası toplumun ilgisinin artması, üst düzey siyasi ziyaretler ve hükümetin Mandela ile iletişim kurmayı planması sonrası düzelmeye başladı.

1977’de cezaevi yönetimi madende zorunlu çalışmalara son verme kararı aldı. Mandela’ya cezaevi bahçesinin bir köşesinde küçük bir alanda domates, soğan vb yetiştrmesine izin verildi. Böylece, çok sevdiği, bahçe işlerine ve okumaya daha çok zaman ayırabiliyordu.

1978’de radyo izleme taleplerine, cezaevi kendi rayosunu kurarak yanıt verdi. Böylece mahkumlara istedikleri haberleri iletmiş oluyorlardı, bu bile hiç haber olmamasından çok daha iyiydi. Nihayet, 1980 yılında gazete almalarına izin verildi. Ancak gazeteler, cezaevi yönetimince “sakıncalı” haber ve makaleler kesilmiş olarak verilmekteydi.

1980 yıllarında, beyaz hükümetin Mandela ile temas kurmasına karar vermesi sonrası, kendisine karşı cezevi yönetiminin yumuşadığı görülmekte. 1982 yılında ise, Robben adasındaki 18 yıllık hapis hayatı sona erdi. Arkadaşlarıyla birlikte Cape Town’da Pollsmoor Cezaevine nakledildi. Adadaki kötü yemekler ve yaşam koşulları sonrası burası beş yıldızlı otel gibi gelmişti. Sebze yetiştirme hobisini, cezaevi çatısında kesik variller içinde sürdürdü. Aralık 1988’de Victor Verster Cezaevi’ne nakledildi ve buradan 11 Nisan 1990’da serbest bırakıldı.

 

Güç dönemin liderliği

 

Güney Afrika tarihindeki hak mücadelesi, gösterdiği farklılıklar nedeniyle Afrika kıtası ile sınırlı olmayıp, dünyada kendine özgü bir örnek olarak  bilinmekte.  Mandela ise, siyahların eşitlik mücadelesinin lideri olarak gösterdiği başarı ve bağışlayıcı insani değerleri ile öne çıkmakta.

Mandela’yı özel kılan diğer önemli bir neden; beyaz azınlığın yönetimi sonrası, iktidarın ırkçı beyazlardan siyahlara geçtiği dönemde, ülkenin  ilk siyah başkanı olarak gösterdiği olağandışı liderlik başarısıdır. 27 yıllık cezaevi yaşamı sonrası kişisel kin ve öfkeyi bir kenara bırakarak, ırkçı beyaz azınlık ile uzlaşma sürecini başlatan, tüm halkı kucaklayan lider olan Mandela, beyazlarla barış içinde yaşam için gerekli politik, sosyal koşulları, geçiş dönemi uzlaştırıcı adalet mekanizmalarını hayata geçirmede gösterdği çabalarla, siyah beyaz çatışmasını önleyerek, ülkede barışı sağlamada birincil rol oynadı.

Beyaz yönetim ile yürüttüğü müzakere sürecindeki politik iklim, müzakereleri engellemek isteyen silahlı ırkçı beyazlar ve bazı siyahların giriştikleri çok sayıda ölümle sonuçlanan sabotaj eylemleri bu sürecin güçlüğünü ortaya koymakta.

Müzakareler sürereken, 17 Haziran 1992 gecesi bir grup Inkhata militanının, Boipatong’ ta çoğunluğu kadın ve çocuk 46 kişiyi öldürmesi, polisin bu konudaki hareketsizliği siyahlar arasında öfke dalgasına neden olmuştu. ANC çevreleri ve kadroları, yeniden silahlı mücadeleye dönme çağrıları yapmaya, yönetimi sorgulamaya başlamıştı..

10 Nisan 1993’te Komunist Parti ve ANC’nin silahlı kanadının lideri, Mandela’nın çok yakını ve sevdiği Chris Hani’ nin ırkçı bir beyaz tarafından öldürülmesi ülkeyi yeniden kaos ortamına sokmuş, çıkan ayaklanmalarda 70 kişi ölmüş, iş yerleri yağmalanmış, ülkenin her yanında protesto eylemleri başlamıştı. De Klerk’in etkisiz kaldığı bu dönemde, Mandela’nın liderliği öne çıkmış, televizyonda yaptığı sakinleşme çağrılarıyla kaosun büyümesini önlemişti.
 
Dahası, geçici anayasa, Kongre’de 18 Kasım 1993 günü kabul edildiği, 22 Aralık 1993’te Parlamento’da onaylandığı, seçimlere giden süreç başladığı halde, şiddet devam etmekteydi. Varılan uzlaşmadan memnun olmayan kesimlerin saldırıları ile, 28 Mart günü, johannesburg’da ANC karargâhına yapılan saldırıda açılan ateşle 53 ANC mensubu öldü.

Ardından, ANC yeniden sokaklara çıktı, kitle gösterilerine başladı. Ancak bu gösterilerde de başka bir katliamla karşılaştı. 7 Eylül 1992 günü 70.000 kişinin katıldığı, hükümeti protesto yürüyüşünde Ciskei’de askerlerin açtığı ateş sonucu 29 kişi öldü.

Özetle, müzakerelerin sürdüğü 1990-93 dönemi, aynı zamanda en çok şiddetin yaşandığı, en çok insanın öldüğü dönem oldu. 1990-93 döneminde toplam 14.300 kişinin öldüğü kaydedilmekte.

Mandela, süren bu sabotaj ve şiddet eylemlerine karşın, siyahlar adına tepki gösterse de, kesilen müzakerelerin sürdürülmesi ve sonuca ulaşmak için özel bir çaba gösterdi.

 

Uluslararası saygın liderlik

 

Mandela, özgürlüğüne kavuştuğunda, gösterdiği onurlu direniş sonrası, ülkesi Güney Afrika’da ırk ayrımcılığına dayanan-apartheid- sistemi de sona eriyordu. 1993 yılında, Irkçı rejime son veren süreci yürüttüğü, Devlet Başkanı F.W.de Klerk’le birlikte, Nobel Barış Ödülü’üne layık görüldü.

1994 yılında ilk demokratik seçimlerle Güney Afrika’nın ilk siyah devlet başkanı olarak göreve geldi. Uzun cezaevi yıllarında gösterdiği ilkeli ve onurlu duruşu ile, ülkesinde yalnızca siyahların değil önemli oranda beyazın da saygısını kazanmıştı. Ortaya koyduğu, barışçı, uzlaşmacı siyasi liderliği ile ülkesinde yılların biriktirdiği çatışma kültürü yerine barış ve uzlaşma kültürünü yaymada çok önemli başarı sağladı, uluslararası toplumda büyük saygınlık kazandı.

Cezaevinden çıktıktan sonra çok sayıda devlet ve hükümet başkanından kutlama telgrafı alan Mandela’yı ABD Başkanı Bush telefonla arayarak kutladı. Mandela, ANC’nin sürgündeki yönetiminin yerleştiği Lusaka’ya gittiğinde; Zimbabve, Botswana, Mozambik, Uganda devlet başkanlarının da kendisiyle görüşmek üzere geldiğini gördü. İlk altı ay içinde yaptığı yurt dışı seyahatlerde, Afrika ülkeleri dışında, Avrupa ülkeleri ve ABD’yi ziyaret etti, BM’de konuşma yaptı. Nisan 1990’da dünya televizyonlarında yayımlanan Londra-Wembley’de onuruna düzenlenen büyük konsere katıldı, dünyaya seslendi. Mandela, Fransa’da Mitterand’la görüştükten sonra, İsviçre, Italya, Hollanda’ya gitti.  Ardından ABD’ye uçtu. New York, Harlem’de stadyumda konuştu, Wahington’da Kongre’ye hitap etti, Başkan Bush ile özel bir görüşme yaptı. ABD’nin ardından Kanada’ya geçti, Başbakan’la görüştü, Parlamento’ya hitap etti. Dönüşte, Londra’ya uğradı, Başbakan Thatcher ‘la görüştü.

“Uluslararası Nelson Mandela Günü”nün kabul edilmesiyle, Mandela’nın yaşamı boyunca ortaya koyduğu, Güney Afrika’da eşitler arasında, özgürlükler temelinde kurulmuş demokratik sistemi kurma çabaları ve siyah-beyaz çatışmasını bitirmek için benimsediği uzlaşmacı kültürün tüm dünyada benimsenmesi amaçlanmakta.  Karar, Mandela’nın Afrika’nın özgürlüğü ve birliği için yürütülen mücadelede öncü rolünü ve  ırkçılığın ortadan kalkığı, siyasi eşitliğe, çoğulculuğa dayanan demokratik Güney Afrika’nın yaratılmasına olağanüstü katkısını  vurgulamakta.

BM Genel Sekreteri, her yıl yayımladığı mesajlarda; Mandela’nın BM ve insanlığın üstün değerleri özümsemiş bir kişilik olarak, yaşamı  boyunca  baskı gördükten ve   mücadele ettikten sonra, bu baskıları uygulayanları affedebildiğini ifadde etmekte, katlandığı sıkıntıların yalnız kendi ülkesi insanlarına hizmet etmediğini, dünyanın daha iyi bir yer olmasına katkı sağladığın vurgulamakta, dünyayı değiştiren lider olarak, özgürlük, adalet ve demokrasi için yaptıkları için teşekkür etmekte. 

Ülkesinde çok özel bir saygınlık ve kimliğe ulaşan Mandela için adına kurulan vakıf yanında, bir çok kuruluş ve websitesi; yaşamına, dünya görüşlerine ilişkin zengin bilglier sunmakta, kendisini dünya kamuoyuna tanıtmakta. Johannessburg’ta bulunan ‘Apartheid’ müzesi ise, apartheid dönemini sergileme yanında, Mandela’nın yaşamını ve mücadelesini çeşitli görsel malzeme ile tanıtmakta.

Mandela, bir dönem devlet başkanlığı sonrası, kendisini başta AIDS olmak üzere, ülkesinin sosyal sorunları ve küresel sorunlara çözüme adamıştı. Bu çalışmalarını, kurduğu kurumlar yanında; Desmond Tutu, Jimmy Carter, Bill Gates, Kofi Annan, Mohammed Yunus gibi dünya liderleriyle kurduğu uluslararası işbirlikleriyle yürüttü.

T24

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.