1. YAZARLAR

  2. Av. Ahmet Said Sayın

  3. ÖTEKİ ÇOCUKLARIN HAYALLERİ
Av. Ahmet Said Sayın

Av. Ahmet Said Sayın

kibris 724
Yazarın Tüm Yazıları >

ÖTEKİ ÇOCUKLARIN HAYALLERİ

A+A-

Öteki olmak nedir bilir misiniz? Peki ya çocuk olmayı ve hissettirdiklerini hatırlar mısınız? Dahası itilmiş, öteki çocuk olmak nasıl hissettirir bileniniz var mıdır? Ben hatırlatayım size, çünkü ötekileştirmeyi ucundan, birçoğumuz gibi bende yaşamışımdır. Ama asıl dikkat çekmek istediğim, tehlikeli ötekileştirmeyi  bir kaç paragraf  sonra izah edeceğim.

 İlk okul yıllarımda, yani 1980lerin sonlarında, orta direk bir memur ailesinin çocuğu, terzi bir anne ve devlette çalışan  orta derece memur bir babanın oğluydum. Yani, anlayacağınız ekonomik durumlarımız  pek de parlak değildi, zaten memuriyet o zaman şimdiki gibi değil, daha sıkı kurallara bağlı, geliri az bir meslekti hatırladığım kadarı ile. Terzilikte öyleydi mutlaka. En çok hatırladığım şey, babamın sürekli kağıtlar üstünde hesap yapması, bakkala yüz, elektriğe iki yüz, sigaraya elli, mutfak masrafı iki yüz elli şeklinde sütunlar üstünde ayın sonuna getirme çabasıydı.

Annem de çok sabırlı bir ev hanımı olmanın yanında, eve gelir getirmesi için konu komşuya dikiş de dikiyor, mesleği terziliği evden yapıyordu. Kardeşim ve benim de pantolon, gömlek vb, bir çok giyimimizi annem dikerdi doğal olarak.   Dedim ya, durumumuz orta halliydi, ne fakirdik ne zengin, bir çok arkadaşımızın ailesi de ayni durumdaydı. Yirmi Üç Nisan İlkokulu çoklukla memur ve işçi çocuklarının gittiği bir okuldu, Girne içinde başka da ilk dereceli okul yoktu ama gene de bu mali durumu iyi arkadaşlarla ayni okula gidiyorduk.  

O zaman, bir birimize benzeyen tüm arkadaşların arasında, giyimi kuşamı diğerlerinden daha güzel, biz okula, sokakları doldurup yürüyerek giderken, okula ailesinin arabasıyla gelip giden ve aracın penceresinden  tıpkı Amerikan Başkanı gibi mağrur bakışlarla etrafı süzen arkadaşlarımız da vardı, ama bu çocuklar tek tüktü. Gene de onlar sınıfta ayrıcalıklı kişilerdi. Çok ciddiyim, bu ayrımı ciddi ciddi hissediyor ama çocuk aklımızla herhangi bir itirazda bulunamıyor, duygularımızı başkalarına yada ailemize izah edemiyorduk. Bu çocuklar, öğretmenlerimiz tarafından el üstünde tutulur, afferini hep onlar alırdı. Galiba, bizler sınıfın haylazı muamelesi görüyorduk. Dedim ya, bizler orta direktik, bu muameleyi bu yüzden görüyor olmalıydık. Zengin olan tek tük arkadaşlarımız da kendilerini yalnız hissedirdi herhalde, bilmiyorum.

Her neyse, gelelim 2010’lu yıllara, benim çocukluğumun üstünden neredeyse yirmi beş sene geçti, bu çeyrek asırın akıp geçtiği sırada siyasi ve küresel meselelerden dolayı yaşanan göçle ülke neredeyse bambaşka bir çehreye büründü, insanlar ise başka lehçelerde konuşur oldu, yani nüfus yapısı ve insanların adetleri hızla değişti. Anadolu ve üçüncü ülkelerden insanlar gerek işçilik gerekse de yerleşme maksatlı ülkemize geldi. Doğal olarak da bu insanların çocukları okulları ve sokakları doldurdu. Bütün ülkelerde var olan bir göç dalgası içinde Kıbrıs’ta mutlaka payını aldı. Peki, üçüncü ülkelerden insanların ülkemize gelmesi kötü bir şey midir? Kesinlikle hayır, siyasi konuları bir tarafa bırakın, en sonunda insan insandır, hele de söz konusu çocuklarsa, onlara yöneltilen tutumlar benim tepemi attırır.  Ama bu tutumları, özellikle de çocuklara yöneltilen ayrımcı tutumları her gün, her yerde görür olduk malesef.

Bir defa bizim “orjinaller” çocuklarını paralı okullara yollamaya, devlet okullarından çekmeye başladılar.  Nedenmiş? Çocuklarının daha iyi eğitim alması içinmiş. Ama işin altında yatan psikolojik/ bilinç altı meselesi nedir biliyor musunuz? “Bizimkilerin”, “ötekilerle” birlikte okumaması, kültürel etkileşimde bulunmaması! Evet, bütün bu ayrımcı sebeplerle, çocuklar birbirinden ayrılıyor, bizim yerlilerin çocukları, resmen “deri yüzen” cinsten bir mali anlayışa sahip özel okullara gidiyor, en lüks dersliklerde, en pahalı şartlarda okuyorlar. Ama esas unutulan şey, bu davranış sebebi ile ailelerin korktuklarının başka bir şekilde başlarına gelmesi yani çocukların kendi öz kültürlerinden kopmaları ama bunun hiç farkında olmayışları.

Geçenlerde okullarında “Blue Friday” gününü kutlayan bir aile dostumuzun kızı, bugünlerde de Christmas tatilini kutlayacak. Ben Blue Friday’i hiç kutlamadım, nedir de bilmiyorum, affedin, bir “Bloody Sunday”’i biliyorum, oda IRA’nın eylemleri ile vurulan  İngiltere’nin, İrlanda’nın sivil halkına yönelttiği en kanlı eylemin gerçekleştiği günü hatırlatan tarihi bir terim olduğu için. En etkili peygamberlerden biri olan İsa Mesih’in doğum gününün de kutlanmasına hiç bir itirazım yok ancak, bu tarihin, yani 25 Aralığın çok şüphe kaldırır olduğu yönünde de ciddi iddialar var. Her neyse,uluslararası kültüre aşina olmak kötüdür demiyorum, sadece nereden gelip nereye gittiğimizi sorguluyorum.

Gelelim “öteki” çocukların hayallerine. Hani, göçmen ve mülteci olanların. Sokaklarda yasa dışı şekilde çalıştırılan, kirli elbiseleriyle gördüğümüz, özellikle Lefkoşa’nın sur içinde, Girne’nin arka sokaklarında yaşayan, nenelerimizin terimi ile “yalın ayak başı gabak” çocukların. Onların da hayalleri yok mudur? Mutlaka içlerinde, doktor, avukat, mühendis vb. olmak isteyenler vardır, tıpkı çocukluğumuzda olduğu gibi, belki de bahsettiğim,  saklanıp örtülen, gerçeklerden uzak tutulan çocuklardan çok daha samimi ve gerçekçi hayalleri vardır.

İnternet gazetelerinde, çalıştırılan çocuklar hakkındaki habere yapılan bazı yorumları okuyunca kanım donar gibi olur, en masumu olan  “ailenizle beraber geldiğiniz yere gidin” vb. Belki de bu çocukların hayalleri bunları duymamak, böyle bir ortamla tanışmamaktır. Hırpalanıp, bağıra çağıra, üç kuruş harçlık için çalıştırılmamaktır. Bunlarıda toplumca derin derin düşünmemiz lazım.

Herşeyin öncesinde çocukların, toplumun yapı taşı, geleceğin yetişkinleri, bizim de geçmişimiz olduğunu unutmamak, sanırım en doğrusu.

Yeni yılın, KKTC çocuk hakları ve hukukunda gelişmeler getirmesini diliyorum.   

Önceki ve Sonraki Yazılar