1. HABERLER

  2. TÜRKİYE

  3. SADECE HÜRREM'İN DEĞİL, POLİSİN DE EN BÜYÜK SORUNU
SADECE HÜRREM'İN DEĞİL, POLİSİN DE EN BÜYÜK SORUNU

SADECE HÜRREM'İN DEĞİL, POLİSİN DE EN BÜYÜK SORUNU

Gazeteci Önder Şuşoğlu ve Eski polis şefi Feramuz Erdin bu kez, son iki haftada Türkiye’yi sarsan olaylarda başrol oynayan polisi ele alıyor. Erdin'e göre Tükenmişlik Sendromu polisin de en büyük sorunu.

A+A-

Güne nasıl hazırlanıp, kamuoyunda ve dünyada çok tepki çeken olaylardan sonra ne hissediyorlar? Kariyerinin zirvesindeyken her şeyi ardında bırakıp giden oyuncu Meryem Uzerli’nin gündeme getirdiği “tükenmişlik sendromu” saat olarak oyunculardan bile çok çalışan ve doğru dürüst dinlenme fırsatı olmayan polisleri ne kadar etkiliyor?

Poliste tükenmişlik sendromu vakaları

Ö.Ş         : Başbakan Erdoğan TBMM Grubu toplantısında polisin bundan sonra daha da güçlendirileceğini ifade etti. Bu polis açısından olumlu bir gelişme midir?

F.E          : Sonuçta bu toplumsal başkaldırı sürecinin hem madden hem de manen en fazla yıprananı polis oldu. Hatta aşırı güç kullanmaktan haklarında soruşturma başlatılan polislerin neredeyse tamamı yorgunluk dolayısıyla böyle davrandıklarını iddia ettiler. Gezi olaylarında halkın sayısı aynı kalsa da profili sürekli değişti. İnsanlar bir gün eyleme gittiyse diğer günler gitmedi ve evinde dinlendi. Ama polisler öyle mi? Onlar sokağı 24 saat terk edemedi, kalkanlarının veya betonun üzerinde uyumak zorunda kaldılar. Gezinin görünmeyen mağdurları polislerdir. İdare görev yaptıkları yerlere dinlenme, yemek, tuvalet ve duş gibi ihtiyaçlar için mobil tırlar göndermeyi bile düşünemedi. Oysa ki bir TOMA parasına kaç tane bu dorselerden yaptırılabilir değil mi? O yüzden; eğer bu sözü edilen “güçlendirme” daha fazla TOMA ise buna “hayır” diyorum; ama daha fazla insani şartlar ise buna da kocaman bir “evet”! 

KANTARIN DOZU KAÇTI

Ö.Ş         : Ama zaten bu her yerde böyle değil midir? Bu olayları bastırmak polisin asli görevidir. Yorgunluk yaşanması da doğal değil mir?

F.E          : Evet ama bu yorgunluğu atacak bir sistem veya düzen olmalıdır. Belinde silahla halkın arasına giren polisin ruhsal durumu, devletin diğer birimlerin memurunun ruh halinden çok daha fazla ilgilendirmelidir. Çünkü polis devletin otorite aracıdır. Bunu sağlamak için de ne çok yumuşak ne de çok sert olmalıdır.  Burada kantarın topuzu kaçtı mı ibre “polis devleti” ile “anarşi” arasında gidip gelir. Polisi gereğinden fazla güçlendirip ama bunun yanında insani yönünü takip etmezseniz bu olmaz. Polisin insani yönü bugüne kadar hep ihmal edildi. Polise bu olayları bastırmak için sadece emir ve gaz bombası, TOMA, gaz maskesi gibi ekipman vermek yetmez. Polisi aynı zamanda bilgi, mesleki eğitim ve pratikle de donatmak gerekir. Çalışma ve istirahat şartlarının iyileştirilmesi zaten başlı başına bir kitap konusu.

Ö.Ş         : Ama poliste eğitim oranı çok yüksek. Üniversite mezunlarının sayısı bir hayli fazla olduğu söyleniyor. Sizin söylediklerinizle bir çelişki yok mu?

F.E          : Bakın eğitim denince ben mesleğin pratiğine yönelik eğitimden bahsediyorum. Güç kullanma, kelepçe takma, stresle başa çıkma, toplumun psikolojisini yönetebilme gibi eğitimler. Üniversite mezunları bu eğitimleri çok daha rahat alır tabii ki ama ben hep bu mesleki eğitimlerin ve pratiğinin eksik olduğunu savunuyorum. Polise mesleğini icra ederken lazım olacak eğitimler de bunlar zaten. Polis böylelikle hem karşısındakine hem de kendisine zarar vermemiş olur; çalışma şartlarının stresi ve zorluğuyla rahatça başa çıkar. Yoksa diplomalardan hiç kuşkumuz yok.

POLİSİN MAAŞI VE İZİN GÜNÜ ARTTIRILMALI

Ö.Ş         : Peki sizce polis nasıl güçlendirilmeli?

F.E          : Daha insani şeyler olmasını diliyorum. Daha iyi bir maaş; ailesiyle geçirebileceği daha fazla zaman; yönetimin daha adil, anlayışlı ve pozitif oluşu; daha iyi ve sağlıklı çalışma koşulları; sınırları belirlenmiş görev tanımları gibi şeyler. Daha çok TOMA, daha çok helikopter sadece bir şeyi destekler: Aşırı gücü ve egoyu. Oysaki kontrolsüz güç, güç değildir. Her bir polis gücünün sınırlarını ve bu güç haksız ve orantısız kullanıldığı zaman yarattığı sonuçları çok iyi bilmelidir. Buna müsaade etmemek de yöneticilerin görevidir.

MESLEKİ DİSİPLİN YOK

Ö.Ş         : Gezi olaylarında polisin tavrı çok eleştirildi. Sizce bu eleştiriler haklı mı?

F.E          : Bence çoğu haklı, bazıları da haksız. Ben Gezi olaylarında polisin kendi başına bırakıldığını gördüm. Her bir polis kendi meşrebine göre hareket ediyormuş havası vardı. Polislik alt kültürünün yansıması olan gereksiz bir nobranlık ve ferdi güç gösterisi vardı. Bu da ortama olumsuz olarak yansıdı. Bir yönetim sistemi, o müthiş gücü tek hareketiyle durdurabilecek bir otorite yoktu ortada. Bunun en güzel örneğini Claudia Roth olayında gördük: Roth Türkiye için olumlu ya da olumsuz algılar yaratabilecek çapta bir Alman siyasetçidir. Taksim’de polisle girdiği diyalogda polislerin tavırları hem şahsiydi hem de profesyonelce değildi. Hiçbir polis o siyasetçinin yetkili bir amirle görüşmesi gerektiğini akıl edemedi.  Tamamen lakayt şekilde davranıldı. Aynı tavrı muhalefet milletvekillerine karşı da görüyoruz. O polis o hareketiyle arkadaşları arasında gurur duyarken, bir süre sonra Türkiye’nin AB nezninde olumsuz olarak gündeme gelmesine bizzat kendisinin sebep olduğunu bilmiyor.

Ö.Ş         : Polisin daha verimli çalışması için neler yapılmalı?

F.E          : Verimlilik deyince ilk önce ekonomik verimlilik aklımıza geliyor. Geçenlerde Polis Sendikası açıkladı; Türkiye’de her 1000 kişiye düşen polis ortalaması gelişmiş ülkeler ortalamasının bir hayli üstünde. Yani hayli büyük bir polis istihdamına sahibiz. Asıl soru, vergilerimizle finanse ettiğimiz teşkilattan gereği gibi verim alabiliyor muyuz? İşte bu verimliliği ölçmek için teşkilat dış denetimlere de açık hale getirilmeli. Hatta yaptırımı olan bağımsız denetleme ve soruşturma komisyonları kurularak teşkilat hakkındaki tüm iddia ve ithamlar buralarda tahkik edilmeli.

MİLİTANLAŞMAMIŞ AKTİVİSTLER OLMALI

Ö.Ş         : Nasıl işleyecek bu sistem?

F.E          : Bu komisyonlarda işadamı, akademisyen, ev kadını, mali müşavir ve hatta militanlaşmamış aktivistler bile olmalı. Yani biraz muhalif bir yanı olmalı ki “ayna” görevi yapabilsin. Bugün yaşanan olumsuzluklara neden olan polis alt kültürünü kıracak, polisi halkla daha içi içe kılacak bir sistem kolaylıkla oluşturulabilir aslında. Böylece hem polis halkı hem de halk polisi anlamış olur.

“TÜKENMİŞLİK SENDROMU” POLİSİN MESLEK HASTALIĞIDIR

Ö.Ş         : Poliste “tükenmişlik sendromu” gerçekten iddia edildiği kadar yaygın mıdır?

F.E          : Polislik sert meslektir ve bunun getirdiği stres mutlaka olacaktır. Burada sorun yok. Mesleği seçenler zaten bunun bilincinde olmalı. “Tükenmişlik sendromu” polisin doğal bir meslek hastalığıdır. Mesele, bunun etkilerinin azaltılması için ne gibi tedbirler alınmaktadır? Bu konuya iş sağlığı ve güvenliği açısından da bakabilirsiniz. İşi zaten stres olan kişileri bu olayın etkilerinden nasıl koruyorsunuz? Bu kişiler hangi ortamlarda nasıl çalışıyorlar? İstirahat ederken streslerini atabiliyorlar mı? Bunun için bir takım kurumsal tedbirler veya çalışmalar var mı? Stresle başa çıkabilmek için gerekli yöntemler anlatılıyor mu? Teşkilat içi iletişim yolları ne kadar açık? Psikolojik destek alıyorlar mı? Bu desteği almaları için tüm imkanlar gerçekten sağlanmış mı yoksa göstermelik birkaç tedbirle savuşturuluyor mu? Teşkilatın teşkilat mensuplarının aileleriyle de sağlam bir iletişimi var mı? Bu sorular böyle gider… Makul ve tatmin edici cevaplar verilebildiği zaman bu iş olmuş demektir.

 

Akşam

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.