yağmur...

Hidayet Serdar

Vadinin tam ortasındayım, iki yanımda dağlara tırmanmak için ayrılan patikalar arasında. Ortadaki düz yolda yürüyorum, sağa sola sapmadan, iki yanımda dağları izliyorum tüm ihtişamlarıyla.

Sanki eski çağlarda yazılmış bir epiğin giriş bölümündeki tasvislere konu olan doğa; şimdi tüm duyularımla karşımda... Sol tarafımda sıra dağlar, gri zirveler bulutlarla kaplı, aydınlanıyor ışık hüzmeleri ile aralarda; siyah ışıkla dans ediyor sanki, güç ve savaşın duygusunda...

Sağ tarafımdaki boz kırlı dağlar ise, güneşli, beyaz bulutlarla. Parlak mavi gökyüzü, sanki bütün hayatı sunuyor gibi toprağa, çağırıyor beni, sessiz bir şarkıyla...

Bir müddet daha, ortada uzanan yolu takip ettikten sonra, patika sağa doğru kıvrılıyor adımlarımın altında. Tam karşımda, mavi gök altında yükselen dağ, gittikçe yaklaşıyor bana...

Uzunca bir süre yol aldıktan sonra, diğer dağı düşünüyorum ardımda, ve dönüp bakmak istiyorum ihtişamına, arkamda. Bulutları bana yaklaşmış ve takip etmiş gibi yüzleşirken sırtımdaki grinin her tonuyla; anlıyorum ki yağan yağmur bendim orada aslında; fırtınalar, şimşekler yaratmış ruhunda.

Bulutları da ben götürmüştüm önceden ona, ve şimdi yürüyordum maviliğin altındaki dağa, yağmak için topraklarına...