Zamansızlık Hali...

Hidayet Serdar

Bazı zamanlar oluyordu, bazen günlerce süren. Hiçbir hissin ve duygunun yeşermediği, dönen akrep ve yalkovana rağmen, tek bir an’a asılı kalmış gibi ruhun, akan zamanı göremediği...

İnsanlar, kalabalıklar, sesler... gece, gündüz, soğuk, sıcak, acı, tatlı... hiçbir algının anlam taşımadığı ve bu anlamsızlığın, anlam bulduğu zamanlar...

Zihnin boş, yüreğin boş olduğu bu dönemde, etkenleri bilinmezde iken yaşayana; tek ses kalıyordu duyduğu ve manalandırdığı; derinden gelen kendi nefesinin sesi...

İyi miydi? değil miydi? bu hissizlik durumu bilinmez ama; daha önce yaşananlarla, kendi içinde çelişen, tezatlıklar oluşturan, zıtlıkları barındıran bir algı doğuyordu en sonunda; hani “hissetmeden yaşanmaz!” dı diye sorgularken ters uçlarda...

Nasıl olacaktı sonu? Nereye varacaktı bu zamansızlık halinin son tekrarı? Cevabı var mıydı boş soruların? Yoksa cevaplar ortasında mıydı zamanın?...

Hiç sorgulamadan, nefes zamansızlığa inat duyuluyordu kulaklarında...