1. HABERLER

  2. KIBRIS

  3. ŞOK İDDİA!
ŞOK İDDİA!

ŞOK İDDİA!

Kıbrıs Cumhuriyeti'ni kurduranda...

A+A-

Kıbrıs Cumhuriyeti’ni kurduran da, 15 Temmuz Darbesi’ni yaptıran da yabancı gizli servislerdi

Y.B.: ABD’nin bu noktada Makarios’a karşı bir planı var mıydı?

B.M.: “Ocak 1974’te Grivas’ın ölmesiyle ABD bir sarsıntı daha geçirir. Adadaki önemli ve güçlü bir müttefiki ortadan kalktığı için Amerikalılar yeni bir endişeye kapılırlar. Ancak kısa sürede bu sıkıntı aşılır ve Yunan Cuntası tarafından Grivas’ın yerine adaya gönderilen Nikos Sampson ile bu sorun aşılmış olur. Kıbrıs Gizli Servisi 1974 başlarında Nikos Sampson ile CIA eski Kıbrıs masası şefi olan Eric Neff’in buluştuklarını tespit eder. CIA, Atina’daki Cunta aracılığıyla Kıbrıs’ta Makarios’a muhalif olan EOKA B isimli yasadışı gizli örgüte para ve silah yardımı yapmaktaydı.”

 

Y. B.: EOKA B’nin rolünü biraz açar mısınız?

B.M.: “Önce Grivas sonra da Sampson’un lideri olduğu bu örgüt, aldığı dış yardımlar sayesinde giderek güçlenir ve direkt olarak Makarios’u hedef alan politikalar izlemeye başlar. EOKA B ayrıca Türkler’e karşı da silahlı eylemlerini sürdürmeye devam ediyordu. EOKA B, bir yandan siyaseten hedefine aldığı Makarios ile uğraşırken diğer taraftan da Makarios yanlılarına gözdağı vermek amacıyla silahlı saldırılar düzenlemekte; ayrıca Türkler’e karşı da silahlı eylemlerine devam etmekteydi. Bu örgüt deyim yerindeyse ABD’nin adadaki jandarması olarak görev ifa ediyordu. Muhalefetin şiddetini ve silahlı saldırıların dozunu artıran EOKA B, Makarios için artık gerçek ve yakın bir tehlike arz etmekteydi.”

 

Y.B.: Makarios bu tehlike karşısında önlem aldı mı?

B.M.: “Bu tehlikenin büyüklüğünü anlayan Makarios, Nisan 1974’te EOKA B’yi yasa dışı örgüt olarak ilan ederek üyelerini tutuklamaya ve silahlarına da el koymaya başlar. CIA ile Yunan Cuntası, Makarios’un bu hamlesi karşısında çok şaşırırlar ve EOKA B’yi kaybetme noktasında telaşa düşerler. Ancak Kıbrıs’taki mevcut Milli Muhafız Ordusu’nun kontrolü halen Yunanlı subayların elindeydi. Bu orduyu yöneten ve kontrol altında tutan subaylar Yunan Cuntası’na gönülden bağlıydı ve oradan gelecek bir emirle Makarios’u her an devirmeye hazırdılar. Nisan 1974’te Kıbrıs Hükümeti EOKA B’nin Yunanistan tarafından yönetildiğini ve bu konuda yılda 2.5 milyon dolar örgüte para akıtıldığını açıklamıştı.”

 

Y.B.: Her şey bu kadar deşifre olmuşken EOKA B’nin etkisi de ortadan kalkmış olmadı mı?

B.M.: “EOKA B uğradığı takibat sonucu kaybedilecek olsa bile, ABD ve Cunta için adada kullanılabilecek silahlı bir ordu hazırda beklemekteydi. EOKA B’nin yasa dışı ilan edilmesi sonrası başlayan tasfiye sürecinde birçok tutuklama yapılmaya başlanır. Tutuklanan bazı üst düzey örgüt mensuplarının üzerinde bulunan belgeler şok etkisi yaratır. Ele geçirilen belgelerde Yunan Cuntası’nın Makarios’u devirmek için komplo planları yaptığı ve bu amaçla EOKA B’ye para ve silah şeklinde maddi yardımlar sağladığı somut delillerle ortaya çıkar. Bunu öğrenen Makarios, Temmuz 1974 ayı başlarında Yunan Cunta Yönetimi’ne çok sert bir mektup yazarak onları konu hakkında uyarır. Makarios’un bu darbe planlarını ele geçirdiğini öğrenen Yunan Cuntası iki hafta geçmeden kendisine gerekli cevabı verir.”

 

Y. B.: Yani cevap 15 Temmuz Darbe girişimi mi oluyor?

B.M: “Tam bu noktada ABD’nin aradığı fırsat doğmuş ve adanın fiilen parçalanıp kendi aleyhine olan statükonun değişmesini yaratacak fitilin ateşi yakılmıştı. Milli Muhafız Ordusu, Faşist Nikos Sampson önderliğinde 15 Temmuz 1974 günü Makarios’a karşı askeri bir darbe yapar ve onu devirir. Darbe ve darbeye karşı savunma çok şiddetli olur. Sampson’un Faşist Ordusu ile Makarios yandaşları ve AKEL taraftarları arasında çok kanlı çarpışmalar yaşanır. Bu çarpışmalar esnasında Türkler’e yönelik herhangi bir saldırı gerçekleşmez. 20 Temmuz’a kadar süren bu iç savaşta yüzlerce Rum birbirini katleder. Birçok AKEL yandaşı da bu çatışmalardan payını alır. 19 Temmuz günü Cuntacılar katlettikleri Rumlar’ı mezarlığa götürmek için büyük kamyonlar kullanır.”

 

Y.B.: 20 Temmuz Askeri Harekatı için bir zemin mi hazırlanıyordu demek istiyorsunuz?

B.M: “Darbe sonucunda yıkılan anayasal düzeni tekrar kurmak ve iç savaşı sonlandırmak adına garantör devletlerin birlikte veya tek başına adaya müdahale etme hakkı bulunmaktadır. Uluslararası sözleşmeye dayalı müdahale yetkisini kullanan Türkiye, 20 Temmuz 1974 sabahı askeri harekat ile adaya çıkartma yapar. İç çarpışmalar sonlandırılmış olsa da müdahalenin hukuksal gereği olarak anayasal düzen Türkiye tarafından tekrar tesis edilmez. Bilakis ABD’nin 1964 yılından beri tasarladığı bölünme planları çerçevesinde Türkiye Adayı doğudan batıya doğru çizdiği bir hatla parçalayarak ikiye böler. Ardından Türkler’i kuzeyde ve Rumlar’ı  da güneyde toplayarak fiili bölünmeyi sağlamlaştırır. Ada tam da ABD’nin istediği kıvama gelmiştir. Makarios darbe ile devrilmiş, AKEL yaşanan iç savaştan dolayı büyük yara almış, Kıbrıs Cumhuriyeti toprak olarak parçalanmış, ada halkı kuzey-güney gettolarına sıkıştırılmış ve Türkiye karşısında mağlup olan Helenler üzerinde adadaki İngiliz Üsleri’ne karşı duracak herhangi bir direnç gücü de kalmamıştı. Dolayısıyla Üslerin güvenlik içinde tam randımanlı olarak kullanımı ve hepsinden önemlisi varlığı açısından artık ortada herhangi bir tehlike kalmamış olur.”

 

Y.B.: Ada’da üsleri bulunan ve garantör devlet olan İngiltere bu darbeye karşı ne yaptı?

B.M.:“Bu süreç içerisinde hem garantör taraf, hem de adadaki askeri üslerde konuşlanmış askeri birliklere sahip bir ülke olarak İngiltere’nin yaşanan tüm bu gürültülü olaylara karşı sessiz ve tepkisiz kalması oldukça ilginç bir durum yaratmaktadır. İngiltere, adada yaşanan olayları engelleyebilecek veya bastırabilecek askeri güce sahip olmasına rağmen Türkiye’nin müdahalesine imkan yaratacak ölçüde pasif kalmayı tercih etmiştir. Oysa garantör devlet olarak özellikle Nikos Sampson’un yaptığı kanlı darbeye sadece adadaki kuvvetleriyle istediği anda dur diyebilecek güç ve yetkiye sahip bulunmaktaydı. İngiltere eğer istemiş olsaydı adadaki askeri birlikleriyle veya en azından Kıbrıs’taki BM güçlerini kendine şemsiye olarak kullanarak Sampson’un Darbesi’ne müdahale edebilir ve Türkiye’nin dışarıdan adaya askeri çıkartma yapmasına engel olabilirdi. Kısacası ABD’nin kadim dostu olan İngiltere istekli olsaydı, darbe ile yıkılan anayasal düzeni bizzat kendisi tekrar kurabilir ve bu amaç için rahatça darbecileri engelleyebilirdi. Ancak İngiltere tüm bu süreçte sessiz kalmayı ve yaşananları uzaktan izlemeyi tercih etmiştir. Bu sessizlik akıllara tüm bu sürecin yaşanacağının önceden planlandığını ve bu plandan İngiltere’nin de bilgisi olduğunu getirmektedir.”

 

Y.B.: İngiltere’nin bu yaklaşımının altında özel bir neden var mıydı peki?  

B.M.:“İngiltere’nin bu tavrı gelinen aşamada önceden ABD ile aralarında ciddi bir planlamanın olduğunu akıllara getirmektedir. Yunan Cuntası, Makarios’a darbe yapmaları halinde ABD’nin Türkiye’ye Kıbrıs’a müdahale için onay vermeyeceğine inanıyordu. Çünkü daha önce ABD tam yedi kez Türkiye’yi bu şekilde engellemişti. Bu yüzden Faşist Cunta CIA ile olan işbirliğine inanarak Kıbrıs’taki bağlantılarının Makarios’u devirip yönetime el koymalarına herhangi bir dış müdahalenin olmayacağı yönünde rahattılar. ABD, gizli istihbarat servisi olan CIA’i kullanarak Yunan Cuntası üzerinden Makarios karşıtı EOKA B örgütünü parasal olarak desteklemekteydi. CIA dünyanın hemen her yerinde ABD menfaatlerine aykırı gördüğü iktidarları ortadan kaldırmak için zaten benzeri icraatlar uygulamaktaydı. CIA Kıbrıs’ta bu desteği EOKA B için sağlarken güttüğü yegane amaç, Makarios’tan bir an önce kurtulmak ve yerine ABD’nin politik menfaatlerine uygun birinin getirilmesini sağlamaktı. EOKA B’ye sağlanan ve zamanla güçlenmelerine yardım eden ABD onların günü geldiğinde darbe yapmalarına imkan yaratmayı düşünmekteydi. Bu düşünceyi bilen Yunan Cuntası, olası bir darbe karşısında ABD’nin bu işin arka planındaki destekleyici ve kollayıcı aktör olacağını ve bu nedenle yapılacak darbenin akamete uğramayacağı yönünde mantıklı bir inanca sahiptiler.”

 

Y.B.: CIA Kıbrıs için sadece Yunan Cuntası ile mi istişare yapıyordu sizce?

B.M.: “Tabii ki hayır. Yunan Cuntası’ın bilmediği bir şey vardı. CIA, bir taraftan Makarios’a darbe yapılıp devrilmesi için kendileriyle birlikte EOKA B’yi palazlandırıp cesaretlendirirken, ayni zamanda Türkiye’ye de Kıbrıs’ta Yunan Cuntası’nın bir darbe planladığı ve bunu gerçekleştirmek için gün saydığı yönünde gizlice istihbarat vermekteydi. ABD, hem Yunanistan’a Kıbrıs’ta darbe yapmaları için parasal ve siyasi destek verirken diğer taraftan da Türkiye’ye adada darbe olacağını ve buna müdahale etmek için hazırlık yapması gerektiği noktasında işaret vermekteydi. Yani bir taraftan adadaki Makarios karşıtı faşistler silahlandırılırken diğer taraftan da Türkiye’ye olası bir darbeye karşı askeri müdahalede bulunabilmesi için zımnen onay verilmekteydi. CIA, Türkiye ve Yunanistan’a çift taraflı istihbarat yaparak bu anlamda “Tavşana kaç, Tazıya tut” diyerek ikili bir oyun oynamaktaydı. Bu nedenledir ki, söylendiği gibi Türk Ordusu askeri harekat için öyle 3-5 günlük acil bir hazırlık neticesinde değil, aylar öncesinde başlayan çıkartma hazırlıkları sonucunda 20 Temmuz 1974’te adaya müdahale etmiştir. Türk Ordusu, 25.000 askeri, savaş uçakları, donanma gemileri, tankları ve bilumum araçlarıyla bu çıkartmaya çok önceden hazır hale getirilmişti.”

 

Y.B.: ABD, gerçekten Yunan Cuntası’na güveniyor muydu peki?

B.M.:“ABD her ne kadar adada yardım ettiği Makarios karşıtı faşistlerin kendisiyle işbirliği içerisinde olduğunu bilse de, darbe sonrası işin nereye gideceğini çok iyi bilmekteydi. Nikos Sampson’un Makarios’u devirdikten sonra adayı Yunanistan’a bağlamaktan başka bir düşüncesi (ENOSİS) yoktu; ve zaten Yunan Cuntası’nın darbe sonrası tek hedefi de buydu. ENOSİS hedefi adadaki İngiliz Üsleri ile askeri tesislerin varlığını ileride tehlikeye atabilecek bir durum yaratmaktaydı. Çünkü adanın tümünün Yunan toprağı olmasıyla gelecekte ABD çıkarlarına ters düşecek bir iktidarın tek taraflı kararıyla üsler kapatılabilecek veya kullanımı kısıtlanabilecektir. Bu durum ise ABD’nin Orta Doğu’daki stratejik pozisyonuna ve İsrail’in güvenliğine karşı indirilmiş büyük bir darbe demekti. Kısaca ENOSİS düşüncesinin varlığı ve bunun hedeflenmiş olması, Anglo-Amerikan menfaatleri için her zaman bir tehlikenin varlığını gündemde tutacak sakıncalı bir durumdu. ABD, ENOSİS tehlikesini bertaraf edebilmek ve arzuladığı bölünmeyi de gerçekleştirebilmek için diğer garantör ülke Türkiye’nin adaya askeri müdahalede bulunmasına onay vermiştir. Zaman ve şartların gerekliliği açısından ABD bu sefer müdahaleye karşı bir politika yürütmemiş, önce Sampson’un darbesine ardından da Türkiye’nin bu darbeyi kullanarak adaya askeri müdahalede bulunmasına onay vermiştir. Bu müdahale ile Cunta yenilgiye uğratılmıştır. Bu yenilgi de Cuntanın Yunanistan’daki sonunu hazırlamıştır. ABD bu şekilde, baş belası olarak gördüğü Makarios’tan kurtulmuş, adanın tümden Yunanistan’a bağlanmasını engellemiş ve Kıbrıs’ta arzu ettiği bölünmeyi de gerçekleştirmiştir. Türkiye eğer adanın tümünü işgal etmek veya kendisine bağlamak düşüncesinde olsaydı ve bu amacını deklare etseydi, çok açıktır ki adaya herhangi bir müdahalede bulunmasına ABD tarafından kesinlikle izin verilmeyecekti.  Görüleceği üzere CIA’in uyguladığı çok taraflı hamlelerle ABD bir taşla 3-4 kuş vurmuştur.”

 

 

Y.B.: ABD bu durumda istediğini fazlasıyla almış diyebilir miyiz o zaman?

B.M.: “20 Temmuz 1974’teki Türk Askeri Harekatı ile Kıbrıs, 1964 yılından itibaren ABD’nin kurguladığı şekilde bölünüp kuzey ve güney olarak fiilen parşçalanmıştır. Bunun sonucunda oluşan parçalı yapı içerisinde Üsler varlığını güvenle bugüne kadar devam ettirmiştir. Türkiye’nin askeri müdahalesi ve ardından gerçekleştirilen fiili bölünme ile ABD rahat bir nefes alır. Müdahale sonrası Kıbrıs Cumhuriyeti fiilen parçalanmış, mağlup taraf olarak Makarios’un gücü ve otoritesi zayıflamış, Adanın tek bir devletin hegemonyasına girmesi engellenmiş, Sampson Darbesi ile Kıbrıs Solu uğradığı şiddet sonucunda hırpalanarak güçten düşürülmüş, Solun zayıflatılmasıyla adadaki Sovyet etkisi ve gücü kırılmış, Türkiye’nin müdahalesine onay vermesi nedeniyle ABD’ye büyük öfke duyan Albaylar Cuntası Yunan halkı tarafından devrilip bertaraf edilmiş ve nihayetinde Kıbrıs içerisine Türkiye vasıtasıyla NATO askeri yerleştirilmiş ( Yaklaşık 30.000 Türk Askeri) olur. Tüm bu gelişmeler Anglo-Amerikan politik çıkarları için Adadaki en uygun statükoyu yaratmış olur. Oluşan bu statüko sayesindedir ki, ABD, İngilizler vasıtasıyla Doğu Akdeniz ve Orta Doğu’daki menfaatleri doğrultusunda bölgeyi izlemeye, dinlemeye, takip etmeye ve gerektiğinde üsleri fiilen askeri saldırı amaçlarıyla kullanmaya rahatça devam etmektedir.”

 

Y.B.: Ama ABD’nin 20 Temmuz’da yaşananlardan sonra Türkiye’ye ambargo koyduğunu görüyoruz, bu biraz çelişki yaratmıyor mu?

B.M.: “ABD’nin ilk başta Kıbrıs Askeri Çıkartması’na onay verip ardından Türkiye’ye ambargo uygulamasını da bu ikili politik oyun içerisinde değerlendirmeliyiz. Bu ambargo nedeniyle Türkiye’de ekonomi bozulmuş, sağ-sol çatışmaları artmış, ülke kaosa sürüklenmiş ve nihayetinde 12 Eylül’ün zemini hazırlanmıştır. Yani “önce kaos, sonra düzen” olayı tam anlamıyla burada uygulamaya konmuştur. Bir başka deyişle ABD, 1974’te Türkiye’ye Kıbrıs’a askeri müdahale için gizliden onay verirken amacı, hem Kıbrıs’taki bölünmeyi sağlamak hem de kendine ambargo uygulatacak bir ortam sağlayıp ileride Türkiye’de CIA destekli bir askeri darbe yapmayı gerçekleştirebilmekti. David Rockefeller’in bir röportaj esnasında yaptığı açıklamalar tüm bunları doğrular niteliktedir, bakınız ne demişti: “Ayni ülkede (Türkiye) gerçekleşen 1980 darbesi de bizim isteklerimiz doğrultusunda yapıldı. Önce kaos, sonra düzen. Provakatörlerimiz aracılığıyla sağ ve sol ideoloji kavgaları başlatıldı. Aslında başında onay vermiş gibi göründüğümüz Kıbrıs Savaşı’ndan sonra ülkeye (Türkiye) uygulanan ambargo sayesinde halk canından bezmiş, ülkede yağ ve tuz bile bulunmaz olmuştu. Burada oynan oyun, halkı çaresiz bir duruma düşürmek ve onlara bir ‘kurtarıcı’ sunmaktır; ondan sonra bu kurtarıcı ne yaparsa yapsın hemen kabullenilecektir”. Kanaatimce, 1967 Yunan Cuntası, 15 Temmuz 1974, 20 Temmuz 1974 ve 12 Eylül 1980’de yaşanan olaylar, dünyayı yöneten gizli güçlerce önceden kurgulanmış ve uygulamaya konmuş planların bir parçasını oluşturmaktadır.”

Yeni Bakış

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.