1. HABERLER

  2. KIBRIS

  3. TAŞKENTLİLER DEVLETE KIRGIN
TAŞKENTLİLER DEVLETE KIRGIN

TAŞKENTLİLER DEVLETE KIRGIN

“Bizim şehitlerimiz sayesinde o koltuklarda oturuyorsunuz, ayıp!”

A+A-

84 şehit veren Taşkentliler, bundan böyle devletin zirvesinin anma törenlerinde yer almama kararına tepki göstererek, “Bizim şehitlerimiz sayesinde o koltuklarda oturuyorsunuz, ayıp!” dediler.

Taşkentliler, 1974 yılında verdikleri 83 şehidin anma törenine devlet erkânının katılmamasını kınadı. Devlete kırgın olduklarını dile getiren Taşkentliler, “Bizim şehitlerimizin yüzü suyu hürmetine o koltuklarda oturanlar, bu vatanın onlar sayesinde var olduğunu, onlar sayesinde rahatça uyuyabildiklerini unutmamalılar. Madem bugün şehitleri anmak utanılacak bir şey olacaktı, bıraksaydılar hepimiz ölseydik. Niçin direndi bu halk” sözleriyle öfkelerini dile getirdiler.


Sessiz sedasız yürürlüğe konan, “protokolün anma törenlerinde yer almaması” kararı şehit ailelerini şok etti. Taşkent Şehitlerini Anma gününden önce Kaymakamın muhtarı arayarak, “Program hazır… Devlet erkânı yok… Gelin alın programınızı” dediğini ifade eden Taşkent sakinleri, çok kırıldıklarını ifade etti. “O şehitler size vatan bıraktı. Akridas Planını uygulayıp, bir gecede yok edeceklerdi hepimizi. Nasıl 13 yaşındaki çocuğumuzdan 80’lik dedemize kadar gözlerini kırpmadan öldürdülerse, herkesi öyle öldüreceklerdi… O şehitlerin canı pahasına oturuyorlar o koltuklarda. Yazıklar olsun…” diyen şehit eşi Zerrin Kâşif Fırtınaer, yaşadıklarını gözyaşları içinde Haberal Kıbrıslı Gazetesi’ne anlattı.

“Eşim 27, ben 21 yaşındaydım…”

Eşi Mehmet Kâşif’in henüz 27 yaşındayken, ailedeki tüm erkeklerle birlikte Rumlar tarafından götürülüp katledildiğini kaydeden Zerrin Fırtınaer, eşinin öldürüldüğü tarihte kendisinin de 21 yaşında, üç çocuklu bir kadın olduğunu anlattı. Yaşadıkları dramı kelimelerle anlatmanın mümkün olmadığını ifade eden Fırtınaer şöyle konuştu: 
“Eşim 26’yı yeni bitirmişti, ben de 21 yaşındaydım. En büyük oğlum 4, diğerleri 3 ve 1.5 yaşındaydı. Ayrıca kızıma 8 aylık hamileydim. Kocamı götürdüklerinde tüm köy olduğu gibi biz de evimizdeydik ama öncesi var…

“BM, ‘siz azınlıksınız direnmeyin’ diyerek silahlarımızı aldı…”

Eşimi ve köydeki tüm erkekleri toplamadan önce Birleşmiş Milletler (BM) ‘siz azınlıksınız. Rumlara direnmeyin… Köyün yarısı zaten Rum, direnirseniz öldürürler. Silahları verin’ diyerek Türklerin elindeki tüm savunma aletlerini aldı. Zaten neydi silah dedikleri… Çapa, kürek, av tüfeği… 

“BM bizden aldığı silahları Rum’a teslim etti”

BM öyle deyince silahları teslim ettik. BM de bizden aldıklarını Rum’a teslim etti. Silahlar toplandıktan sonra üzerimize ateş açtılar. Bizim köyün üzerinden Limasol yolu geçerdi. Bizim köy, yolun altında kalırdı. Yukarıdan üzerimize ateş açtılar. İki saat boyunca ateş altında kaldık. Sonra çağrı yaptılar, ‘tüm erkekler kiliseye toplansın’ diye… Kadınlar ayaklandı. Kocalarını, çocuklarını göndermek istemedi. Çünkü erkeklerin akıbetinin ne olacağını biliyorlardı. Daha önce götürüp işkence yapmışlardı. Bir karargâh vardı. Oraya götürüp içeride sorguya alıyorlardı ‘silahın var mı’ diye... Odada işkence yaparlar, sonra çıkıp, ‘bak arkadaşını öldürdük, sen söylemezsen seni de öldürürüz’ derlerdi. O koskoca insanlar köye döndüğünde ayakta duramazdı acıdan… İnlerler, çocuk gibi ağlarlardı… O yüzden kadınlar bırakmak istemedi. 

 

“Radyoların başında Türk askerinin bizi kurtarmasını bekliyorduk”

O dönem radyonun başından ayrılmazdık. Duyduk ki Türk askeri adaya çıkartma yapmış, bizi kurtaracaklar diye seviniyorduk. 14 Ağustos günü tüm köylüler belli yerlere toplandı. Bizim ev orta yerde olduğu için kaynanamın evine gittik. Kaynanamın evi çıkmaz sokaktaydı. Biliyoruz ki Rumlar bir şey yapacak…

“Andriko’yu Türkler sakladı…”

O zaman Makariosçular ile Sampsoncular da birbirine düşmüştü. Bir Rum vardı Andriko… O EOKAcı’ydı. Bizim Kubilay isimli Türk köylüyle bir arada işlerdi. Zaten yedikleri içtikleri ayrı gitmezdi. Bu Rum can korkusundan Kubilay’ın evine sığındı. Orada yedi içti. Bu, kurtulur kurtulmaz da dışarı çıkıp sevinçten havaya ateş açtı. 

“Andriko, kendisini saklayanları evlerinden topladı”

Andriko kurtulduktan sonra kendisini saklayan kişiyi de yanına alıp, ev ev gezmeye başladı. Niyeti evdeki erkekleri toplamaktı. Zaten Rumlarla karışık olduğumuz için hangi evde kaç çocuk var bilirlerdi. Ev ev gezmeye başladılar. Bizim evin arkasında virane vardı. Oradan avlu görünürdü. Arka tarafa geldiler, kayınbabama seslendiler. ‘Kâşif Dayı avluya toplanın, yoksa vuracaklar’ dedi Rum’un yanında gezen Kubilay… Üzerimize silahları doğrulttular. Türk arkadaşı yine seslendi, ‘Kâşif Dayı söyle çıksınlar, yoksa esir tutacaklar…’

“Kayınbabam oğullarına seslendi”

Kayınbabamın iki oğlu saklandıydı, onlar öyle deyince seslendi oğullarına, ‘gelin oğullarım’ diye… Oğulları saklandığı yerden çıktı. Eşim bana sarıldı. Sanki beyan olduydu. ‘Çocuklar sana emanet, onlara iyi bak’ dedi, sarıldı, öptü. Kaynanam, 13 yaşındaki kaynıma sarıldı, ‘Andriko bu çok küçük, bari bunu bırak dedi. Andriko Türkçe bilirdi. Kaynanama ‘daha meme de verin! Emzirin de bunu!’ dedi. Topladılar, önlerine katıp götürdüler. Gidene kadar hep arkalarına baktılar. O bakışları hiç unutmuyorum. Hep gözümün önündedir. 

“Oğullarımı nereye götürdülerse beni de götürsünler…”

Kayınbabamı götürmemişlerdi. Kaynanam orada bayıldı, kayınbabam deli gibi oldu. Bir o yana, bir bu yana giderdi. Sonunda duramadı, ‘Ben de gideyim çocuklarımla, onları nereye götüreceklerse beni de götürsünler’ dedi ve çocukların arkasına düştü. Bizim köyden üç çocuk, bizim samanların içine saklanmış, ‘Kâşif Dayı bizi de bekle’ diyerek, kayınbabamla yola koyuldular. Önce Rum okuluna götürmüşler bizimkileri. Babam çobandı, bunlar yaşanırken ovadaydı, hiçbir şeyden haberi yok. Bir geldi ki hepimiz perişanız, ‘ne oluyor’ dedi. Anlattık, böyle böyle dedik. ‘Baba kıyafet, yemek hazırlayayım da götür’ dedim. Kaynanam babama ‘Ben de geleceğim’ dedi. Ben hazırladım bir şeyler, gittiler ama kaynanamı yoldan çevirmişler geri geldi. Silahlı Rumlar okulun kapısının önünde bekliyorlarmış, sormuşlar ‘Ne istiyorsun’ diye… ‘Damadım, dünürüm var. Yemek getirdim’ demiş babam. Babamı görünce Mehmet gelmiş, ‘Baba niye geldin’ demiş. Babam yemek getirdiğini söylemiş. Babama, ‘Baba biz bir şey istemiyoruz. Bizi esir kampına götüreceklermiş. Çocuklarımı, karımı sana emanet ediyorum’ demiş. Babam ağlayarak geldi ve 1982 yılında rahmetlenene kadar hiç bizim yanımızdan ayrılmadı. 

“Anayoldan sapıp, otobüstekileri kurşuna dizmişler”

Annem bazen çocuklara kızacak olsa ‘Meryem, bunlar bize emanet’ derdi. Ölüm döşeğinde bile bizi, çocukları sayıkladı babam… Ertesi gün öğlene doğru iki otobüs gelmiş, birini sabah almışlar, birini öğlen. ‘Limasol’a esir götüreceğiz’ demişler, ama giderken yoldan dağa sapmışlar, iki ayrı bölgede kurşuna dizmişler. Tek bir silah sesi duyulmuş, onun arkasından taramışlar. O tek silah sesi işaretmiş galiba…

 

“BM, köyde yaşananların duyulmasından endişeliydi”

Biz öldüklerini bilmiyoruz tabi… Esir gittiler sanıyoruz… Köyde sadece kadınlar kaldı. Hepimiz perişanız. Bir hafta sonra BM geldi. Ben hamileyim, kaynanam düşer bayılır. Bizim o köyde yaşadıklarımızı kimse bilmiyor. Kimseye haber etme imkânımız da yok. ‘Yaşlıları, hamileleri götüreceğiz’ dediler. Köyde İngiltere’den gelen yaşlı bir çift var. Onlarla beni götürmek istediler. ‘Ben Limasol’a gitmem, Limasol’da kimsem yok. Lefkoşa’ya götürün, orada akrabalarım var’ dedim. Lefkoşa’da da kimsem yok, ama öyle söyledim.  Bunlar ‘Tamam’ dedi, götürmediler. Tedirginlikleri, o köyde yaşananların duyulması. Zaten Rumların o katliamı yapmalarına sebep kendileri. Bizden aldıkları silahları Rumların ellerinde gördü bizimkiler. Aradan bir hafta daha geçtikten sonra geldiler, Lefkoşa’ya götürebileceklerini söylediler. 

“Denktaş Klerides’e ‘Taşkent’in erkekleri nerede’ diye sordu”

Ben Lefkoşa’ya gidince Arabahmet’in orada bir yurt vardı, bizi oraya koydular. Denktaş Bey’le görüşmek istedim. Bir mektup yazıp, Denktaş Bey’e verecek, köyümüzde yaşananları anlatacaktım. Beni götürdüler. ‘Denktaş’ın oğlu’ dediler, Serdar mı, Raif mi bilmiyorum, birine anlattım. Rahmetli Rauf Denktaş, Klerides’le temasa geçti, ‘Taşkent’in erkekleri nerede’ diye sordu kendisine… 

“Esirler geçerken kocam da aralarında olabilir diye cama koşardım”

Ben yurtta kalırken Hatice Tahsin vardı yönetici. Sokaktan esirler geçerdi, ben koşardım benim kocam da geçer mi diye… Hatice Hanım meğer kocamın öldüğünü duymuş, bana söylemiyormuş. ‘Bizimkiler yok mu’ derdim. ‘Kızım, yok ama gelecekler’ derdi. Sonra öğrendim ki şehit odular… Doğum yaklaşmış, sancılandım sabaha kadar. Hastaneye gitmek istemedim, çocuklara kim bakacak diye. Hatice Hanım, bana da, çocuklarıma da baktı, nur içinde yatsın.

 

“Komutan, ‘biz varız’ dedi”

Denktaş Bey, bizim köydekileri Kuzeye getirmek istedi. İlk bizim köy geldi. Bu köyü Taşkentlilere verdiler. Kura çektik, kurada bu ev çıktı. Kızım 10 günlüktü geldiğimizde. Hiçbir şeyimiz yok… Bir komutan geldi yanımıza. İsmi İsfendiyar Bey imiş. ‘Kızım kimsen yok mu, bu çocuklar kimin’ dedi. 15 yaşında evlenmiştim, 21 yaşımı doldurmuşum, yanımda 4 çocuk. ‘Eşimi aldılar, annem, babam köyde kaldı’ dedim. Komutan ağladı, ‘Biz varız, sizler bize emanetsiniz’ dedi. Allah razı olsun, yaşıyorsa uzun ömürler versin, hanımı bizi evine davet etti. Gittik, karısı bir sofra donatmış, aylardan sonra ilk kez doğru dürüst yemek yedik. Çocuklarının giysileriyle çocuklarımı giydirdiler. Daha sonra evin ihtiyaçlarını getirdiler yavaş yavaş. ‘Bu çocuklar rahat olacak’ dedi komutan. Üç dört ay sonra da babam geldi.

 

“O şehitler, size vatan bıraktı”

Neler çektiğimizi biz biliriz. Çocuklarımın hem annesi, hem babası oldum. Neler yaşadığımızı sormuyorlar, ne çektiğimizi sormuyorlar. Şimdi de törenlere katılmayacaklarını söylediler. Çok üzüldük. Geçen yıl, şehitler için bundan böyle devlet töreni yapılacağı söylenmişti, bu sene tam tersi oldu. Kaymakam muhtarı aramış, ‘Gelin, programınızı alın’ demiş. Çok kırıldık. O şehitler size vatan bıraktı. O şehit aileleri ne çekti biliyorlar mı? Nasıl gelindi bugünlere? Bugün bir devlet kuruldu, koltuklarda otururlar. Akridas Planı neydi, bir gecede yok edeceklerdi Türkleri. Nasıl 13’ünden 80’ine kurşuna dizdiler bizimkileri, herkesi dizeceklerdi. O şehitlerin canı pahasına o koltuklarda otururlar. 

“İnanamıyorum, şehidi anmayacak, bayrağı kaldıracak!”

Ben inanamıyorum, şehidini anmayacak, bayrağını kaldıracak? Biz nasıl yaşarız Rum’la? Niye verdik bu şehitleri? Ben 41 yıldır çektiğimi biliyorum. Nasıl büyüttüm babasız? Benim kızım babasına ‘baba’ diyemedi, ‘Ben hiç ‘baba’ kelimesini kullanmadım, kullanamıyorum’ diye… Şimdi hangi barıştan söz ederler? 

“Biz rahatız, rahatımızı bozmasınlar”

Biz rahatız. Çocuklarımızı, torunlarımızı rahat bıraksınlar. Çocuklarımız bizim yaşadıklarımızı yaşamasın. Kan gövdeyi götürür burada. Biz 41 yıldır gözyaşı dökeriz, kimse halimizi sormaz. Ben ne kadar da babalarının yokluğunu hissettirmemeye çalışsam da anne, babanın yerini tutmuyor. Umutlarımızı, geleceğimizi çaldılar. Yazıklar olsun giden canları hiçe sayanlara. İnsan bayrağına, şehidine, hürriyetine sahip çıkmazsa bir hiçtir.

 

“Biz şehitleri anarken, Cumhurbaşkanı Rum tarafında kahvaltıdaymış”

Biz şehitleri anarken, Cumhurbaşkanı Rum tarafında kahvaltıdaymış. Bir saatini ayıramadı bize… Bugün var, yarın yok o koltuklar… Yatın kalkın, şehitlere dua edin. Size vatan bıraktılar, gelecek bıraktılar canlarını vererek. Biz de kendi ellerimizle yıkmaya çalışıyoruz.”

“Bu savaşı biz başlatmadık, acılarını biz çektik”

Rum’un malını almışız. Kim istedi gelmeyi? Hangimiz istedik bunları yaşamayı? Bu savaşı biz başlatmadık; ama bütün acılarını biz çektik. Benim küçüklüğümde de vardı Rumların ezası. Rumlar Türklerin malına el koyardı, ucuz fiyata satın alırdı. Tarlasında işlerken kaybolurdu insanlar. Esaret içinde geçti çocukluğumuz. Okul önünden askerler geçerdi, öğretmen ‘çocuklar eve koşun’ derdi, korkuyla evimize koşuşurduk. ‘Savaşta her şey olur’ diyorlar. Ben savaşta mıydım? Ben bugün huzur içinde yaşarken sen nasıl Rum’a yama yapacaksın? Bıraksalardı ölseydik o zaman…”

 

Muratağa, Atlılar, Sandallar ve Taşkent şehitlerini anmaktan çekindiler

Rumlar tarafından, Taşkent'te 15 Ağustos 1974'te evlerinden toplanarak katledilen 84 Kıbrıslı Türk, aileleri ve yerel yönetim erkânı tarafından anılırken, Muratağa –Sandallar ve Atlılar’da 14 Ağustos 1974’te toplu katliam sonucu şehit olan 126 Kıbrıslı Türk’ün anma törenine de sadece Ekonomi ve Enerji Bakanı Sunat Atun, Gazimağusa Kaymakamı Şifa Çolakoğlu, bazı milletvekilleri, askeri ve sivil yetkililer ve vatandaşlar katıldı.

Haberal Kıbrılsı

 

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.