1. HABERLER

  2. TÜRKİYE

  3. "TÜRKİYE'NİN KADERİ, AVRUPA'NIN KADERİNDEN AYRIŞTIRILAMAZ"
"TÜRKİYE'NİN KADERİ, AVRUPA'NIN KADERİNDEN AYRIŞTIRILAMAZ"

"TÜRKİYE'NİN KADERİ, AVRUPA'NIN KADERİNDEN AYRIŞTIRILAMAZ"

Davutoğlu: "Türkiye'nin kaderi, Avrupa'nın kaderinden ayrıştırılamaz"

A+A-

 

Başbakan Davutoğlu, “İslam dünyası, IŞİD ile anılamaz, İslam da IŞİD veya benzer yapılarla anılamaz” dedi.

Başbakan Ahmet Davutoğlu, Dünya Ekonomik Forumu’nun “Bölgesel Kalkınma İçin Kaynakların Serbest Bırakılması” konulu toplantısında konuştu.

Davutoğlu, konuşmasında, “Dünyada her millet, her dinden insan nasıl demokrasiyle idare edilebilme kapasitesine sahipse çok köklü siyasal kültüre sahip İslam toplumları da demokrasiyi hem yaşatırlar, hem geliştirirler. İslam dünyası, IŞİD ile anılamaz, İslam da IŞİD veya benzer yapılarla anılamaz” dedi.

Böyle bir toplantıya İstanbul’un ev sahipliği yapmasından duyduğu memnuniyeti dile getiren Davutoğlu, böyle bir başlıkla toplantı tertip edilecek en doğru yerin İstanbul olduğunu söyledi.

Davutoğlu, son 12 yılda İstanbul’da farklı kapasitelerde ve yerlerde bu şekilde toplantılara katıldığını ifade ederek, bu toplantılarda hep “bölgemiz” ifadesine şahit olduğunu, bu toplantılarının bir kısmının Balkan zirveleri olduğunu, katılımcıların İstanbul’da konuşurken “bölgemiz” dediğini, aynı duruma Karadeniz, Kafkaslar, Ortadoğu ile ilgili yaptıkları toplantılarda da şahit olduklarını anlattı.

“İstanbul öylesine çok bölgenin ortak şehri ki eğer ‘bölgesel kalkınma’ diye bir konuyu tartışacaksanız, en doğru yer İstanbul’dur, Türkiye’dir” diyen Davutoğlu, Napolyon’a atfedilen, “Eğer dünya tek bir devletten idare edilseydi başşehri İstanbul olurdu” sözünü hatırlattı.

Davutoğlu, İstanbul’un birçok bölgenin, kuzey ve güneyin, doğu ve batının, eski tabirle “yedi iklim”in, Asya ve Avrupa’nın, Akdeniz’in, Karadeniz’in, Hazar’ın ve körfezin başşehri olduğunu, insanların bir sıkıntı ile karşılaştıklarında, İstanbul’a fevç fevç aktıklarını kaydederek, “Balkanlar’da sıkıntı yaşanırken, İstanbul sokaklarında Miloseviç’ten kaçan Boşnak ya da Kosovalılara rastlardınız. Soğuk savaş döneminde, nefes almak isteyen Polonyalılar da buraya gelirdi” ifadelerini kullandı.

“Ortadoğu’da kriz varken, İstanbul sokaklarında bir huzur, sığınak, onurlu ve emniyetli bir hayat sürmek isteyen Suriyelileri, Lübnanlıları ya da diğer ülkenin vatandaşlarını, burada görürsünüz” diyen Davutoğlu, bunun Osmanlı’daki adının “Dersaadet” yani “mutluluk diyarı” olduğunu bildirdi.

Davutoğlu, küresel sistemin ve bu küresel sistemin alt başlıkları olan bölgesel entegrasyon çabalarının insanlığın mutluluğu için oluşturulduğu düşünüldüğünde bu konuların İstanbul’da tartışılması gerektiğini anlattı.

Başbakan Davutoğlu, dünyada New York’tan sonra en çok dış temsilcilik bulunan şehrin İstanbul olmasının tesadüf olmadığını, İstanbul’da temsilcilik açan ülkelerin “İstanbul’un nabzını tutanların Balkanlar’ın, Karadeniz’in, Akdeniz’in, Kafkasya’nın, Ortadoğu’nun hatta son Afrika açılımıyla Afrika’nın da nabzını tutacaklarını” bildiğini vurguladı.

“20. yüzyılda kalan dünya finansal mimarisi artık miadını doldurdu”

Konuklara “Onun için dünyanın nabzının attığı İstanbul’a hoşgeldiniz” diye seslenen Davutoğlu, dünyadaki, küresel sistemdeki ve ait oldukları bölgelerdeki gelişmelerden sorumluluk taşıyan diplomatlar, devlet adamları ve akademisyenler olarak çok ciddi sorularla karşı karşıya olduklarını ve bu soruları açık yüreklilikle sormak zorunda olduklarını aktardı.

Davutoğlu, son 6-7 yılda iki büyük deprem yaşadıklarını, birisinin küresel ekonomik politik deprem olduğunu, 2008’den itibaren küresel ekonominin büyük bir krizin içine girdiğini, dünya ekonomisinin durağana hatta küçülmeye yönlendiğini kaydederek, bu durumun kendilerine öğrettiği dersleri açık yüreklilikle tartışmak ve gerekli çözüm yolları bulmak zorunda olduklarının altını çizdi.

20. yüzyılda kalmış olan dünya finansal mimarisinin artık miadını doldurduğunu ve yeni bir finansal mimariye ihtiyaç olduğuna işaret eden Davutoğlu, “Bu anlamda dünya finansal sisteminin dayanıklılığını güçlendirmek ve bu finansal sistemin muhtemel şoklara karşı tez kriterlerini ortaya açık bir şekilde koymak sorumluluğumuz var. Aynı şekilde yine bu ekonomi politik gösterdi ki dünyada artık herhangi bir kriz olduğunda, 1929’da yaşadığımız ilk büyük küresel krizden daha da farklı olarak onu öyle anmakla birlikte, artık bundan etkilenmeyecek hiçbir topluluk yoktur” diye konuştu.

“Türkiye’nin kaderi, Avrupa’nın kaderinden ayrıştırılamaz”

Davutoğlu, Avrupalılar olarak bu krizi derinden hissettiklerini, Avrupa’da yaşanan krizi kendi krizleri olarak gördüklerini belirterek, “Çünkü Türkiye’nin kaderi de Avrupa’nın, Avrupa Birliği’nin, Avrupa kıtasının kaderinden ayrıştırılamaz. Türkiye bir Avrupa ülkesidir. Avrupa tarihi, Türk tarihi ve arşivleri kullanılmadan anlaşılamaz. Türk tarihi de Avrupa geçmişi okunmadan doğru bir şekilde gelecek nesillere aktarılamaz” diye konuştu.

Avrupa’da son dönemde yaşanan ekonomik daralmayı gördüklerinde Bulgaristan, Yunanistan gibi ülkelerle ekonomik ilişkilerini nasıl geliştireceklerini ve buna nasıl tepki vereceklerini düşünürken, diğer taraftan Avrupa ekonomisi üzerindeki daralmanın kendi ekonomileri üzerindeki etkisini aşmayı düşündüklerini bildiren Davutoğlu, bu konuda özgün, orijinal, bölgesel nitelikli formüller üretmeye çalıştıklarını dile getirdi.

Davutoğlu, ikinci büyük depremin ise 2011’den bu yana hala içinde bütün acılarıyla yaşadıkları, “Ortadoğu ve Akdeniz’in güneyindeki büyük insani trajedilere yol açan jeopolitik ve siyasi deprem” olduğunu ve bu ikisinin birbirinden ayrı olmadığını kaydederek, eşitlikçi yapıyı sarsan unsurların bölgesel krizlerin daha da derinden olmasına yol açtığını söyledi.

Ekonomik krizin olduğu günlerde şu anki Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’dan görevi devraldığını, o zaman kendilerinde bir muhasebe ihtiyacı doğduğunu belirten Davutoğlu, şöyle devam etti:

“Dışişleri Bakanı olarak yaptığım ilk konuşmalarda, verdiğim talimatlarda dış politika stratejisiyle küresel ekonomi politiğinin getirdiği ekonomik gereklilikler arasında bir irtibat kurulmasına özel çaba sarf ettim. Şimdi geriye dönüp baktığımızda, 5 yıl içerisinde eğer Türkiye, Avrupa’daki ekonomik daralmaya ve finansal sistemlerdeki sarsıntılara dayanabilmişse, finansal sistemimizin çok sağlıklı yapısı kadar onunla birlikte geliştirdiği alternatif bölgesel politikalar bunda etkili olmuştur. Neler yaptık? 2009’dan itibaren gerek Balkanlar’da, gerek Kafkaslar’da, gerek Ortadoğu ve Orta Asya’da yeni bir bölgesel strateji, vizyon ilan ettik. Ve dedik ki; şu anda aslında çok çarpıcı biçimde IŞİD ve onun etrafında gelen terörist meydan okumalara bir cevap mahiyetinde yorumlanması dileğiyle, 2009’da birçok Ortadoğu, Balkan platformunda yaptığımız konuşmalarda gerek benim Dışişleri Bakanı olarak 4 ilkeyi öne çıkardık. ‘Ortadoğu, Balkanlar, Orta Asya ve Kafkaslar’da yeni bir üst düzey siyasal diyaloğa ihtiyaç var’ dedik. İkincisi yeni bir güvenlik sistemine ihtiyaç var. Üçüncüsü ekonomik karşıtlı bağımlılığa ihtiyaç var. Dördüncüsü de kültürel bakımdan içselleştirici yeni bir siyasi kültüre ihtiyaç var. O yıllarda yaptığımız onlarca konuşmayı açanlar, bunu görebilirler.”

Davutoğlu, yüksek düzeyde yoğun siyasi iş birliğini karşılamak üzere Türk diplomasi tarihinde ilk defa kullandıkları bir tabiri geliştirdiklerini, Yüksek Düzeyde Stratejik İşbirliği Konseyleri’ni ilk defa 2009 yılında Irak ve Suriye olmak üzere kurduklarını söyledi.

O zaman, o yapılarla ikili düzeyde, çevre ülkelerle Türkiye arasındaki ilişkileri entegre etmeye çalıştıklarını, bu yolla hem Avrupa’daki ekonomik daralmadan diğer bölgelere açılma imkanının hasıl olduğunu hem bu ülkelerle daha yakın iş birliği yapılabildiğini dile getiren Davutoğlu, “Buna Yunanistan ile devam ettik. Rusya, Bulgaristan, Azerbaycan, Mısır’la… 17 ülke ile hükümetlerarası konferanslar mahiyetinde mekanizmalar kurduk. Bütün bu ülkelerle ekonomik iş birliğimiz, ticaretimiz 3-4 bazen 5 misli arttı” ifadelerini kullandı.

Davutoğlu, Yunanistan ile 87 yılda sadece 32 anlaşma imzalandığını, ancak 2010 ve 2012’de Yüksek İşbirliği Konseyi’nde Atina’da ve Ankara’da olmak üzere 50’ye yakın anlaşmaya imza attıklarını anımsatarak, şöyle devam etti:

“Bunu bütün diğer ülkelere sirayet ettirebilirsiniz. Bizim komşularla sıfır sorun ilkesinden buraya geçişimiz, aslında böyle bir bölgesel kontekstin içindeydi. Çünkü şunun farkındaydık biz; sınırlarımız aynen Avrupa’daki birçok ülkenin sınırı gibi doğal sınırlar değil, geçişken sınırlar. Bunu teminat altına almak için de siyasi ilişkilerin dozunu ekonomiye yansıttık. Ekonomide birkaç süreci devreye soktuk, her ülke ile vize serbestliği anlaşması yaptık. Baktık ki Avrupa vize serbestliğine yanaşmıyor, bütün tahriklere rağmen şimdi daha iyi bir durumdayız inşallah olacak, 42 ülkeden 70 ülkeye çıkardık. Nihayet Türkiye’nin temel ekonomik gücü, insan gücü. İnsanımız ne kadar çok hareket ederse, girişimcimiz ne kadar çok ülkeye rahatlıkla gidebilirse, ekonomimiz o kadar katma değer üretir diye düşündük ve yeni bir vize politikası geliştirdik. Ben Dışişleri Bakanı olduğumda 42 ülkeyle vize muafiyeti vardı, bıraktığımızda 72 ülke.”

“TANAP ile Balkanlar ve Kafkasları koridor şeklinde birleştirdik”

Başbakan Davutoğlu, bu kapsamda serbest ticaret anlaşmalarına hız verdiklerini vurgulayarak, “Bu anlaşmalarla kendi ekonomik zonumuzu geliştirmeye çalıştık, bölgesel barışa da katkıda bulunmaya gayret ettik. Bu da bizim için özellikle ekonomide yeni bir sıçrama tahtası oluşturdu. Ekonomik karşılıklı bağımlılığı artırdık. Komşu bölgelerle, ülkelerle ticaretimiz yüzde 8’den yüzde 35’lere çıktı. Bu da bölgesel kalkınmanın motivasyonunu artırdı. Bunun hemen yakınında ikili ilişkiler dışında üçlü mekanizmalar kurduk. Daha önce Türk diplomasisinde, ekonomik ilişkilerinde az rastlanan bir yöntemdi, üçlü mekanizmalar” diye konuştu.

Türkiye-Azerbaycan-Gürcistan üzerinden bölgesel kalkınmayı büyük motivasyonla taşıyacak olan birçok proje hazırladıklarına işaret eden Davutoğlu, şöyle devam etti:

“Bakü-Tiflis-Kars, Bakü-Tiflis-Erzurum, Bakü-Tiflis-Ceyhan gibi ulaştırma ve enerji projeleri yaptık. Son olarak da TANAP projesini devreye sokarak, Balkanlar ile Kafkaslarıkoridor şeklinde birleştirdik. Yine Balkanlar’da bu sefer Türkiye-Bosna Hersek-Sırbistan, Türkiye-Bosna Hersek- Hırvatistan projeleriyle bir barış projesini ekonomik projelere entegre etmeye çalıştık. Ortadoğu’da bu ikili ilişkiler dışında, hala ‘inşallah bir gün gerçekleşir’ diye ümit ettiğim ama şu anda Suriye rejiminin zulmüyle IŞİD terörü arasına sıkışmış olan büyük bir proje başlatmıştık. Tam da 2010’da, Türkiye, Ürdün, Suriye ve Lübnan arasında vizelerin kalktığı ortak ticaret alanı projesi.”

“Sınırları ekonomik iş birliği ile aşmaya çalıştık”

Davutoğlu, aslında bundan 4 sene önce ülkeler arasındaki sınırları ekonomik iş birliğiyle aşmaya çalıştıklarını ve bunu da çok geniş bir alanda yaptıklarını dile getirerek, şu ifadeleri kullandı:

“Türkiye-Afganistan-Pakistan üçlü mekanizmasını başlattık. Hem bir barış projesi hem de üç ülke arasındaki ulaştırma ve diğer hatlara dönük ciddi bir açılım politikası takip ettik. Bunu birçok diğer bölgesel inisiyatiflerle çeşitlendirebiliriz. Bu bizim çevre bölgelerde istikrar kurucu ve ekonomik rant üretici kapasitemizi artırdı. Bölgesel kalkınmaya ivme kattı. Bizimle birlikte diğer ülkeler içinde. Eğer bugün Azerbaycan, TANAP projesi gibi Avrasya ölçekli ‘Güney gaz koridoru’ çerçevesinde bir barışa öncülük yapacak bir kapasiteye ulaşmışsa bunda Türkiye, Azerbaycan ve Gürcistan arasında gerçekleşen bu bölgesel iş birliğinin büyük bir rolü var. Yine bunu takviye edecek şekilde geniş açılımlara yöneldik. Afrika’ya, Latin Amerika’ya açıldık. Baktık ki dünya ekonomisi daralıyor, Avrupa’daki geniş pazarımız ve ekonomik etki içerisine girdiğimiz Avrupa havzasında daralma var, Afrika’ya yöneldik.”

Başbakan Davutoğlu, Türkiye’nin 2009 yılında Afrika’daki büyükelçilik sayısının 12 olduğunu, bu sayının şu anda 37’ye yükseldiğini belirterek, “Afrika’da 25 büyükelçilik açtık. Türk Hava Yolları şu anda Afrika’da en fazla uçuş yapan havayolu şirketi durumunda. Afrika’nın her türlü meselesinde Türkiye aktif rol oynadı” dedi.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın görevini 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’den devraldığı törende Afrika’dan lider konumunda temsilcilerin bulunduğunu anımsatan Davutoğlu, aynı şekilde Latin Amerika’daki 6 olan büyükelçilik sayısının 12’ye çıkarıldığını kaydetti.

Davutoğlu, dünya genelinde 92 olan büyükelçilik sayısının 131’e, dış temsilcilik sayısının ise 162’den 224’e çıkarıldığını vurgulayarak, şu anda Türkiye’nin dünyada en fazla dış temsilciliği olan 7. ülke olduğunu belirtti.

Başbakan Ahmet Davutoğlu, “Bunu niçin yaptık? Küresel ekonomik politik daralırken niye Türkiye, açılma ihtiyacı hissettik? Çünkü eğer kriz varsa bu krizi, krizin içinde hapis olarak yenemezsiniz. Bu krizin üstüne çıkmak, yukarıdan bakmak ve krizi yönetmek gerekir. Bizim hükümetlerimiz, bu ekonomik politikayla, ekonomik ve dış politika stratejisini öylesine entegre şekilde uyguladık ki evet şimdiki Cumhurbaşkanımız, dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın dediği gibi, ‘dünya krizi bizi teğet geçti.’ Hem finansal yapımız sağlamdı hem de alternatif politikalarla bunu aşabilmiştik. Burada bu etkiyi sağlarken ve geniş bir alanda ekonomik ilişkilerimizi yoğunlaştırıp sadece ticaret değil yatırım da… Nasıl bir ekonomi, bir açılım projesi, bir bölgesel projenin ekonomik kalkınmaya başka bir ülkede katkı yaptığını göstermek için biz Afrika’ya açılım stratejisi uyguladığımızda, Etiyopya’da bir Türk şirketi vardı, 50 milyon dolarlık Türk yatırımı vardı. Geçen sene gittiğimde 341 Türk şirketi vardı, 3,5 milyar dolarlık Türk yatırımı vardı. Bu sadece Etiyopya’da. Hem Etiyopya ekonomisine katkı sağlayan, istihdam sağlayan bir gelişme, bölgesel kalkınmayı artıran hem de bizim için küresel ekonomi politik ve Avrupa’daki daralmanın alternatifi olan alanlar” değerlendirmesinde bulundu.

“Türkiye, ekonomi politik fay hatların da üzerinde”

Başbakan Davutoğlu, tam da bu politikaları geliştirirken 2011 yılında bir başka deprem ile karşı karşıya kalındığını anlatarak, şu değerlendirmede bulundu:

“Türkiye gerçek depremlerin fay hatları üzerinde, İstanbul depremini hepimiz acıyla anarız, ekonomi politik ve jeopolitik depremlerin de fay hattı üzerinde. Hem Avrupa’daki ekonomik depremden etkilendik hem de 2011’de tam bu depremi bölgesel kalkınma projeleriyle aşarken Arap Baharı ile yüzleşmek durumunda kaldık. Aslında Arap Baharı’na verdiğimiz ilk tepki, açık söyleyeyim, bir insan olarak, bir akademisyen olarak, özgürlüklere insan onurunun temel değerleri olarak bakan birisi olarak da büyük bir ümit tepkisiydi. Çünkü soğuk savaş Doğu Avrupa’da bitmişti ama Ortadoğu’da hala devam ediyordu. Rejimlerin otoriter karakteri devam ediyordu. Halkına hesap vermeyen, hiçbir şekilde halkıyla hesap ilişkisi içerisine girmemiş rejimler, sadece Filistin-İsrail meselesi üzerinden kendilerini meşru kılmaya çalışıyorlardı. Dünya küresel ekonomi politikle uğraşırken ve büyük bir yeni canlanma, bireyler öne çıkarken Arap Baharı hepimiz için ilk tepki olarak soğuk savaşın sona ereceği, özgürlüklerin yayılacağı, demokrasinin nihayet bu bölgede de gelişeceği bir ortam olarak gördük ve sahiplendik. Hala da sahipleniyoruz. Bize geçmişte demokrasi dersi vermeye kalkanlar Ortadoğu’da demokrasiyi ve demokratik güçleri terk ettiler ama biz terk etmeyeceğiz.”

Davutoğlu, demokrasinin sürdürülebilir istikrarın en önemli garantisi olduğunu belirterek, ”İstikrar bir devlet başkanının uzun yıllar iş başında kalması demek değildir. İstikrar, tek bir partinin uzun dönem bir ülkede egemen olması değildir” ifadelerini kullandı.

İstikrarın, halkıyla meşruiyet ilişkisine girmiş ve meşruiyeti sürekli demokrasi üzerine test eden bir siyasal sistemin adı olduğunu dile getiren Davutoğlu, şöyle devam etti:

”Çok ilginç bir diyaloğu burada yansıtmak istiyorum. Beşar Esad’ı 2011 yılı Ağustos ayında halkına karşı zulmetmemesi yönünde yoğun çaba sarf ettiğimiz dönemde, 7 saatlik bir görüşmem olmuştur. Görüşmenin bir aşamasında ‘peki biz ne olacağız?’’ sorusuna muhatap olmuştum. Yani siyasi liderler, uzun yıllar ülkeyi idare edenler, şöyle birşey söyledim ve buna da inanıyorum. Demokrasi için bir tek kriter konulsa, ben bu kriterin pratik karşılığı şudur demiştim kendisine; ‘Bir ülkede eğer eski cumhurbaşkanı ve başbakan barış içinde yaşıyorsa, eski ve cumhurbaşkanı ve başbakan varsa, o ülkede demokrasi vardır. Başka birşey aramayın. Ama bir ülkede eski cumhurbaşkanı ve başbakanlar ya hapiste, ya mezarda, ya sürgünde ise demokrasi yoktur. Sizin Arap dünyasında eski liderlerin bir kısmı sürgünde demiştim, Bin Ali. Bir kısmı mezarda, Kaddafi. Bir kısmı da hapiste, Mübarek. Demokrasi ile seçime gidin, kazanırsanız cumhurbaşkanlığınız devam eder. Kaybederseniz kendi ülkesinde huzurla yaşayan bir eski cumhurbaşkanı olmuşsunuz ve yeni bir seçime hazırlanırsınız.”

Demokrasinin aslında bu anlamda liderlerin hayatını da garanti eden bir sistem olduğunu ifade eden Davutoğlu, ”Demokrasinin olmadığı yerde, liderler kendilerini güvende hissetmez ve iktidarı varoluş makamı olarak görürler. Düştüklerinde öleceklerini düşünürler. Sovyetler döneminde de soğuk savaş döneminde de Doğu Avrupa’da da Çavuşesku için de böyleydi, Kaddafi ya da Mübarek için de böyleydi, Esad için de böyle” dedi.

“Bu gizli bir ırkçılıktır”

Aylarca, sabırla Esad’ı ikna etmeye çalıştıklarını, çünkü ilişkilerinin iyi olduğunu anlatan Davutoğlu, konuşmasını şöyle sürdürdü:

”Hani şimdi bizi mezhepçilikle itham edenler çok iyi bilmeliler ki bütün sünni dünyası Esad’a cephe açmışken, biz Esad’ı destekledik. Desteklemekten kastım, Suriye’deki istikrarın ve onu barışçıl yollarla dönüştürebilmek için 2005’te, 2006’da. Olumlu yönden baktık, Arap Baharı’na. Şöyle düşündük; nasıl AB ve ABD, Balkanlar’daki demokrasi rüzgarını desteklediler. Ve onu finanse ettiler. ‘Ortadoğu’yu da destekleyecekler’ diye düşündük. Ve burada bir tutarlılık bekledik, istedik. Şunu hepimiz bilelim. Kalkınma ile siyasal sistem arasında bir bağ kuracaksak, demokrasi finanse edilen bir sistemdir. Yani bir ülkede bir demokratik değişim süreci varsa o bir tek şeyle garanti altına alınabilir. Ekonomik kalkınma ile finanse edilmeyen, desteklenmeyen bir demokratik değişim süreci ayakta duramaz. Biz Türkiye’de demokratikleşmeyi temin edebildik. Çünkü kendi ekonomimiz 12 yılda 4 misli büyüdü. Türk ekonomisi küçülseydi bizim demokrasiyi yaşatmamız çok zor olurdu. Bugün Balkanlar’da demokrasi var, Polonya’da, Romanya’da. Çünkü AB fonları ile o demokrasi finanse edildi. Ortadoğu’da demokrasiyi finanse edecek hiç kimse çıkmadı. Bizim, demokrasi döneminde seçilmiş çoğu başkanlara, Mısır’a verdiğimiz 2 milyar dolarlık yardım, Tunus’a yaptığımız 500 milyon dolarlık yardımların dışında ciddi bir demokrasi finansmanıyla ilgili birşey sağlanmadı. Açık söyleyeyim, burada oryantalist bir tavır hemen kendini ortaya koydu. Gerek Irak’ta, gerek bölgede bir müddet sonra şöyle düşünmeye başladı insanlar. Bu Müslümanlar ancak sopalı bir lider ya da otoriter bir lider tarafından idare edilebilirler. Bütün dünya ekonomik forumuna katılan küresel entelektüellere hitaben diyorum. Bu gizli bir ırkçılıktır.”

Dünyada her milletin, her dinden insanın nasıl demokrasi ile idare edilebilme kapasitesine sahipse, çok köklü siyasal bir kültüre sahip olan İslam toplumlarının da demokrasiyi yaşatıp geliştirebileceğini dile getiren Başbakan Davutoğlu, “İslam dünyası, IŞİD ile anılamaz, İslam da IŞİD veya benzer yapılarla anılamaz” dedi.

“Demokrasinin kıymetini en çok biz biliriz”

O açıdan Türkiye’nin bir başarı hikayesi olduğunun altını çizen Davutoğlu, ”Bu başarı hikayesine bakan birçok Arap genci, sokağa çıktı ve demokrasi talep etti. Beklediler ve gördüler ki, Türkiye’nin İsrail’e karşı Filistin davasındaki onurlu duruşu, ancak demokrasi ile sağlanabiliyor. O zaman kendileri de bunu talep ettiler. Biz de arkalarında durduk. Ve durmaya devam edeceğiz” değerlendirmesinde bulundu.

Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:

”Dört yılın kısa kısa muhasebesini zikredeyim. Çünkü bir depremin içindeyiz. Şimdi bu deprem Avrupa ülkelerini, ABD ve dünyayı vurmaya başladığı için tedbir alma ihtiyacı hissediliyor. Biz 4 yıldır bunu anlatmaya çalıştık. 2011 yılı her devrimlerde olduğu gibi bir hissi devrim yılıydı. Arap dünyasında, Tahrir Meydanı’nda, diğer meydanlarda gençler sokağa çıktı, aynen Avrupalılar gibi, aynen bizler gibi demokrasiyi tatmak istediler. Vatandaş olarak seslerini yükseltmek istediler.

Özgürce herşeyi tartışmak istediler. Ve rejimler buna dayanamadı. Hatta o dönemde Mısır’a gittiğimde bana ‘bu olayı nasıl yorumladığım sorulduğunda’ dedim ki; Ben Mısır’a 1988’de doktora tezi için geldiğimde 5-6 ay kalmıştım, Mübarek iktidardaydı. Geçenlerde benim küçük kızım kütüphaneme gitmiş, İstanbul’daki evimde ve üst katta çatıdaki kütüphaneme. Benim eski daktilomu, doktora tezimi yazdığım daktiloyu koymuştum. Yukarıdan hayretle seslendi. ‘Baba bu ne?’ diye. Ben de korktum, herhalde korktu, birşey oldu diye. Daha 8-9 yaşında. ‘Bu ne?’ diye daktiloyu gösteriyor. Sanki arkeolojik bir keşif yapmış gibi. Çünkü hiç daktilo görmemiş benim kızım ve oynamaya başladı onunla.

Dedim ki, Mısır’da ben 88’de doktoramı yazarken o daktiloyu kullanıyordum. Ve Mübarek iktidardaydı. Sonra bilgisayar keşfedildi, Mübarek iktidardaydı. Sonra internet keşfedildi, Mübarek iktidardaydı. Mobil telefon keşfedildi, Mübarek iktidardaydı. Twitter, facebook gelince dayanamadı. Şimdi nesiller değişiyor ve gençler hep aynı liderleri görüyor. Cevap vermeyen liderleri, hesap sorulamayan liderleri. Bunun getirdiği bir heyecanla devrim rüzgarıydı, 2011 yılı. 2012 yılı ümit yılıydı. Açık söylüyorum. Eğer bugün biz burada IŞİD’i tartışıyorsak, 2012 yılındaki demokratik geçiş süreçlerine destek vermediğimiz için tartışıyoruz. IŞİD çok güçlü olduğu için ya da Suriye ve Irak halkı IŞİD tür radikal eylemlere eğilimli olduğu için değil.”

Başbakan Ahmet Davutoğlu, 2012 yılında bütün devrim rüzgarlarının yeşerdiği Ortadoğu’da seçimlerin yapıldığını anlatarak, ”İlk defa insanlar sandıklara gittiler. Mısır’da seçim yapıldı, bir değişim oldu. Libya’da yeni bir kongre oluştu. Tunus’ta yepyeni bir dönem başladı. Fas’ta bir geçiş süreci yaşanıyordu.

Her yerde, Cezayir de dahil gayet doğallık içinde bir geçiş süreci başladı ve bir emek vardı kitlelerde, insanlarda. Şimdi soralım, biz bu ümidi besleyecek ne yaptık? Biz bu ümitle yola çıkmış Yemen’de insanlara ne verdik? Balkanlar’a ve Doğu Avrupa’ya sağladığımız imkanları, demokrasiye geçiş sürecinde Ortadoğu halklarına sağladık mı? Bölgesel kalkınmadan bahsederken demokrasiyle kalkınma arasındaki irtibatı kurabildik mi? Biz Türkiye, şimdi bütün bu meydan okumalara karşı karşıya kalan bir ülke olarak gururla ve iftiharla söylüyorum. O günden bugüne ilkeli bir şekilde aynı yerde durduk. Herkes pozisyon değiştirirken, herkes bizi reel politiğe çağırırken, ‘Niye ulusal çıkarlarınızı tehlikeye atıyorsunuz? Bölgede demokrasinin arkasında duruyorsunuz, biraz reel politikleşin’ derken, içeride ve dışarıda biz demokrasinin yanında durduk. Ortadoğu halklarının yanında durduk. Çünkü demokrasinin kıymetini en çok biz biliriz” şeklinde konuştu.

 

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.