1. HABERLER

  2. KIBRIS

  3. “ ULUSLARARASI BOYUTLARIYLA KIBRIS MESELESİ VE GELECEĞİ”...
“ ULUSLARARASI BOYUTLARIYLA KIBRIS MESELESİ VE GELECEĞİ”...

“ ULUSLARARASI BOYUTLARIYLA KIBRIS MESELESİ VE GELECEĞİ”...

Eroğlu’nun Uluslararası Boyutlarıyla Kıbrıs Meselesi ve Geleceği Uluslararası Sempozyumu’nda

A+A-

 

Cumhurbaşkanı Dr. Derviş Eroğlu’nun Uluslararası Boyutlarıyla Kıbrıs Meselesi ve Geleceği Uluslararası Sempozyumu’nda yaptığı konuşma şöyle:

Değerli katılımcılar, sayın konuklar;

Öncelikle Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurulu, Atatürk Araştırma Merkezi Başkanlığı ve Doğu Akdeniz Üniversitesi Atatürk Araştırma ve Uygulama Merkezi’ne böylesi kritik bir süreçte Kıbrıs konusunu ele alan bir sempozyum düzenledikleri için takdirlerimi ifade etmek istiyorum.

Konu başlığımız, “ Uluslararası boyutlarıyla Kıbrıs Meselesi ve Geleceği”...

Değerli dostlar,

Kıbrıs meselesi her zaman uluslararası boyutları olan bir konudur.

Adanın asırlardır devam eden jeo-stratejik konumuna bakıldığında bunun başka türlü olması da pek mümkün görünmüyor.

Çok detaya girmeyeceğim ama şu kesindir ki, Ada’nın Osmanlı İmparatorluğu tarafından ele geçirilmesi de, İngilizlerin Ada’yı Osmanlı’dan alma oyunları da stratejik nedenlerden dolayı idi.

O günden bugüne yaşanan tüm gelişmelere baktığınız zaman Ada’nın askeri, ticari ve ekonomik yönden taşıdığı değerin, önemin gelişmelere damga vurduğunu göreceksiniz.

İngilizlerin İkinci Dünya Savaşı sonrasında Ada’da iki üs kurması, bütün sömürgelerine uyguladığından farklı uygulamaları Kıbrıs’ta yapması doğrudan doğruya bölgedeki enerji kaynakları ve Kıbrıs’ın Süveyş kanalını kontrol eder noktada olmasından kaynaklanmıyor mu?

Ancak daha sonra Yunan yayılmacılığı Ada’ya hakim çıkmaya çalışıp, biz Türkler buna direneceğimizi ortaya koyunca İngiliz tutumu değişti.

1960 yılında Kıbrıs Türk ve Rum toplumlarının ortaklığı ile kurulan Devlet Anavatanlar Türkiye ve Yunanistan arasında hak, sorumluluk ve çıkarlar bakımından bir denge kurmuştu.

Ama Türkiye-Yunanistan ikilisinin NATO üyesi olmaları kurulan Devlet’in NATO’ya üye olmamasına karşın Kıbrıs Adası’na yeni stratejik boyutla getirdi.

1963 sonunda kurulan Ortaklık Devleti’nin Rum saldırıları sonucu yıkılması, 1963-1974 arasında yaşananlar, 15 Temmuz 1974’teki faşist Yunan darbesi ve arkasından 20 Temmuz 1974’teki Türk Barış Harekatı sürecinde de gördük ki Kıbrıs’la ilgili bir çok uluslararası boyut söz konusudur.

O günden bu yana yaşanan tüm gelişmelerin arkasında yine uluslararası stratejik çabalar ve tutumlar vardır.

Kıbrıs konusu bugün hala çözümlenememişse , Rum tarafı hala uzlaşmazlığını sürdürüyorsa bunun arkasında uluslararası aktörlerin Ada ile ilgili çıkarları ve hesapları vardır.

Yoksa, ben gerçekleri bildiklerinden, doğrunun ne olduğunu anladıklarından eminim.

Değerli kardeşlerim bugün etrafımızda neler oluyor bir bakmakta fayda vardır.

Ukrayna-Rusya uyuşmazlığı devam ediyor.

Irak bir türlü istikrara kavuşmuyor.

Suriye’de fiilen iç savaş var.

İsrail-Filistin uzlaşmazlığı hala devam ediyor.

Mısır darbe sonrasında sıkıntıları ile boğuşuyor.

Irak-Şam İslam Devleti-IŞID denilen bir terör örgütü tüm Dünyayı ve bölgeyi tehdit ediyor.

Kısacası etrafımızda bir ateş çemberi var.

Kıbrıs Ada’sında ise Türk askerinin varlığı sayesinde bir istikrar ve huzur var.

İki Devlet yan yana yaşıyor.

Yapılmaya çalışılan iki halkın bir ortaklık çatısı altında buluşturulması.

50 yıldır yani 1964’ Mart ayında alınan haksız Birleşmiş Milletler kararından bu yana devam eden bir uzlaşmazlığa son verilmesi

Bize gelince..

Ada etrafında hidrokarbon rezervlerinin keşfedilmesi, bölgemizdeki enerji kaynaklarına ilişkin gelişmeler ve bunların ortaya çıkardığı bölgesel ve uluslararası çıkar örtüşmeleri ve çatışmaları Kıbrıs konusunu oldukça etkilemeye başladı.

Geçmişten farklı olarak adamız ve bölgemizdeki gelişmeler ışığında bölgede çıkarları olan aktörler hem çoğalmış hem de çeşitlenmiştir. Bugün hidrokarbonlar nedeniyle ilgili üçüncü ülkelere uluslararası şirketler ve onların çıkarları, dolayısıyla söz konusu şirketlerin çıkarlarını gözeten ülkeler de müdahil olmuştur.

Kıbrıs meselesi yıllardır gerek uluslararası, gerekse bölgesel aktörlerin çıkarları ve beklentileri doğrultusunda ya öne çıkmış, ilgi odağı olmuş, ya da beklemeye alınmıştır.

Biz atıfta bulunduğum gelişmeler ışığında Kıbrıs’taki 50 yıllık belirsizliğin ortadan kaldırılması için gerçek bir dönüm noktasında olduğumuzu düşünmekteyiz. Kıbrıs Türk tarafı olarak çevremizdeki hidrokarbon gibi olguların yaklaşımlara bağlı olarak hem fırsata hem de tehdide dönüşebileceğini biliyoruz ve bu nedenle de tabi ki hak ve çıkarlarımızı gözeterek bu olguları ilgili tüm taraflar için fırsata çevrilmesi yönünde çaba sarf ediyoruz.

Ancak, bu tek taraflı, başat, karşı tarafın hak ve çıkarlarını göz ardı eden bir yaklaşımla gerçekleştirilemez.

Değerli Katılımcılar,

Bilindiği üzere, 11 Şubat 2014 tarihinde muhatabım Kıbrıs Rum Lider Sayın Nicos Anastasiades ile mutabık kaldığımız Ortak Açıklama’da iki toplumlu, iki kesimli, siyasi eşitliğe dayalı ve iki eşit statüde Kurucu Devletten oluşan bir federal ortaklık üzerinde mutabık kalmıştık.

Bu yetki paylaşımına dayalı federal vizyondur. Aynı Açıklamada, egemenliğin iki toplumdan eşit şekilde neşet ettiği, bir tarafın diğeri üzerinde yetki veya otorite kullanamayacağı ve statükonun kabul edilmez olduğu da belirtilmektedir.

Bu açıklamayla her iki taraf da en kısa zamanda bir çözüme ulaşılması taahhüdünü vermişlerdir.

Söz konusu Ortak Açıklama uluslararası toplum tarafından da kuvvetle desteklenmektedir.

Hal böyle iken Rum tarafının, belirlenen vizyona ters bir şekilde, tüm dünyanın iki toplumun sahibi olduğunu kabul ettiği ada etrafındaki hidrokarbon kaynakları konusunda tek taraflı kararlar alma ve hareket etme yönündeki ısrarı, Kıbrıs Türk toplumuna karşı başat tavırlar sergilemesi kabul edilmezdir ve bizi belirlediğimiz vizyon çerçevesinde sonuca götürecek bir “yolculuk” değildir.

Şüphesiz ki, bu tür yaklaşımlar statükonun kalıcılaştırılmasından başka bir şey değildir.

Ayrıca, 2011/2012 yılından itibaren yaptığımız tüm dostane uyarılara ve ortak hareket/karar alma için yaptığımız önerilere karşın tek yanlı faaliyetlerini gerçekleştirme konusunda geri adım atmayan Rum tarafının, sadece hak ve çıkarlarımızı korumak üzere hidrokarbonlar konusunda harekete geçmemiz üzerine, tam da al-ver aşamasında geçtiğimiz bir dönemde bunu bir mazeret olarak kullanarak müzakere masasından kaçması, muhatabımızın belirlediğimiz vizyon çerçevesinde bir çözüm konusunda samimi olup olmadığı konusunda bizleri şüpheye düşürmektedir.

Bu noktada, 2004 yılında Annan planının iki tarafta eş zamanlı gerçekleştirilen referandumlarda Rum tarafınca reddedilmesinin ardından Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin Güvenlik Konseyi’ne sunmuş olduğu 28 Mayıs 2004 tarihli raporunda, Kıbrıs’ta çözümün önündeki engelin Rum tarafının Kıbrıs Türk tarafıyla “yetki ve zenginliği paylaşmaya hazır olmadığı” tespitini ortaya koyduğu akla gelmektedir.

Belirlenen vizyona rağmen, Rum tarafının tek yanlı faaliyetlerinde ısrarcı olması bu analizin bugün için de ne yazık ki halen geçerli olduğunu göstermektedir.

Öte yandan, Kıbrıs Türk tarafı olarak bizim ortaya koyduğumuz tutum adadaki iki tarafın belirlediği ve uluslararası toplumun da benimsediği vizyonla, yani yetki paylaşımına dayalı vizyonla uyumludur ve bizi müzakerelerde sonuca götürecek “yolculuktur”.

Biz muhatabımıza özetle, hidrokarbonlar konusunda ya birlikte adım atalım ya da faaliyetlerimizi eş zamanlı olarak durduralım ve müzakereler yoluyla en kısa zamanda Kıbrıs meselesini çözelim diyoruz.

Bu bağlamda, uluslararası toplumun Rum tarafının belirlenen vizyona ters düşen tek yanlı hareketleri karşısında sergilediği/sergileyeceği tutum kilittir.

Eğer üçüncü çevreler Kıbrıs’ta belirlenen vizyon çerçevesinde bir çözüm konusunda samimiyseler, Kıbrıs’a ilişkin yaklaşımlarında, açıklamalarında ve attıkları adımlarda kendileri de bu vizyon çerçevesinde hareket etmek ve tarafları da bu çerçevede hareket etmeye sevk etmek durumundandırlar. Esasen Kıbrıs meselesinin 50 yıldır çözümlenmemesine neden olan Rum tarafının tek taraflı hareket etmesine izin verilmesidir.

Bu, müzakerelerde iki eşit toplum olarak kabul edilen taraflar arasında gerçekte “paritenin” ortadan kalkmasına neden olmaktadır.

Dolayısıyla, gerek hidrokarbonlar gibi konularda gerekse de kapsamlı çözüm yolunda yol alınması için sadece adadaki iki taraf değil, uluslararası toplumun da belirlenen vizyona uygun şekilde davranması esastır. Aksine davranışlar statükonun beslenmesi demektir.

Hatırlanacağı üzere, Rum tarafının 2004 öncesinde stratejisi AB üyeliği ile müzakere süreci arasındaki bağlantıyı (de-link) kopararak tek yanlı üyelik başvurusunu ileri götürmekti. AB’nin Rum tarafının tek yanlı hareketini desteklemesi ve AB üyeliğinin çözümle bağlantısının koparılmasını kabul etmesi sonucunda her hal ve şartta AB’ne üye olacağını gören Rum tarafı Annan planını reddetmiştir.

Böylelikle, AB çözüm için katalizör olmaktan çıkmış, çözümü engelleyen bir unsur haline dönerek, çok önemli bir çözüm fırsatının yitirilmesine sebep olmuştur.

Başta AB olmak üzere tüm uluslararası toplum bu konuda hata yapıldığını artık kabul etmektedir.

Rum tarafı şimdi de aynı senaryoyu çözüm için katalizör olabilecek hidrokarbonlar konusunda uygulamaya çalışmaktadır. Yani, hidrokarbonlar konusunda tek yanlı hareket etmekte ve hidrokarbonlarla Kıbrıs konusu arasındaki ilişkiyi koparmaya çalışmaktadır.

Rum tarafının yarattığı suni krizin ardından, diplomatik ve siyasi çevrelerde yaptığımız tüm görüşme ve girişimlerde bu gerçekleri detaylı bir şekilde anlattık ve anlatmaya devam ediyoruz.

Görülüyor ki, yaptığımız girişimler çerçevesinde uluslararası toplumda bu konuda benzer bir anlayış vardır ve bu fırsatın yitirilmemesi yönünde hareket edeceklerinin mesajlarını almaktayız.

Değerli Katılımcılar,

İçerisinde bulunduğumuz suni krizi yaratmamamıza rağmen Kıbrıs Türk tarafı olarak biz çözüm konusundaki samimiyetimizi ve irademizi hidrokarbonlar konusunda ortaya koyduğumuz yetki paylaşımına ve mütekabiliyete dayalı çeşitli önerilerle göstermekteyiz.

Keza, Rum tarafının retçi duruşunun aksine, biz, BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs Özel Danışmanı Espen Barth Eide’nin önerilerini zemin olarak kullanarak hidrokarbonlar konusunda iki tarafın oluşturacağı Ortak İcra Komitesi kurulmasını önerdik.

Çözüm parametrelerinin belirlenmesinin ardından Güney Afrika’da böyle bir yapı kurularak tarafların çözüm öncesinde bazı konularda birlikte hareket etmeleri ve karar almaları, iki tarafın işbirliği yapabileceği ve çözümün uygulanabilir olacağına ilişkin inancın ortaya çıkmasını sağlamıştı.

Esasen Kültürel Miras ve Kayıp Şahıslar konusunda adadaki iki taraf arasında kararların beraber alındığı ve birlikte hareket edildiği benzer mekanizmalar hali hazırda başarılı bir şekilde çalışmaktadır. Tarafların ve uluslararası toplumun bu kadar önem arz ettiği bir konuda, yani hidrokarbonlar hususunda da böyle bir işbirliğini gerçekleştirebilsek bundan daha etkili bir Güven Yaratıcı Önlem olabilir mi?

Biz Kıbrıs Türk tarafı olarak buna hazırız. Ancak, ne yazık ki Rum tarafı şu ana kadar bu şekilde hareket etmeyi kabul etmemiştir. Tam aksine Kıbrıs Türk tarafını muhatap almayan, Türkiye’yi muhatap almaya çalışan ve suçlayan bir tutum içerisinedir.

Buna rağmen, Kıbrıs Türk tarafı olarak bir çıkış yolu bulunması için çabalarımıza halen devam etmekteyiz.

Biz Kıbrıs Türk tarafı olarak masadayız, ancak müzakerelerin sonuç alıcı ve anlamlı olabilmesi için belirlenen vizyon çerçevesinde hareket edilmesinde, tarafların bu yönde davranacaklarına dair taahhütlerini vermelerinde ısrarlıyız. Rum tarafının masaya dönmesi durumunda, 11 Şubat 2014 tarihli Ortak Açıklama’da da yer aldığı ve 17 Eylül 2014 tarihli Liderler görüşmesinin ardından BM Genel Sekreteri Özel Danışmanı Eide’nin yaptığı açıklamada da teyit edildiği üzere, yapılandırılmış ve gerçek müzakereler yoluyla bir an önce sonuca gidilmesini gerekmektedir.

Evet, Kıbrıs Türk tarafı olarak masadayız, ancak halkımızın hak ve çıkarlarının masaya hapsedilmesine göz yumamayız.

Ne yazık ki, 2013 Şubatı’nda görevine geldiğinden beridir muhatabım Sayın Anastasiades’in gerçek müzakerelere geçilmemesi için çeşitli bahanelerine ve ayak sürümelerine şahit olduk. Öncelikle, Güney Kıbrıs’taki ekonomik ve finansal krizi bahane etti; sonrasında bir Müzakereci ataması 6 ay aldı; ardından Ortak Açıklama üzerinde mutabık kalınmasını müzakerelerin başlaması için önş art olarak öne sürdü; bunu müteakip al-vere geçmek yerine öncelikle tüm başlıkların taramadan geçirilmesini ve ardından da tüm başlıklarda tarafların tekrardan önerilerini sunmalarını şart koştu.

Aylarca, müzakerelerde al-vere geçilmesi ve gerçek müzakere yapılması için yaptığımız girişimlerin Sayın Eide’nin BMGS Özel Danışmanı olarak atanmasıyla ses bulması neticesinde al-ver aşamasına geçtiğimiz bir anda, kendimizi Rum tarafının başka bir bahanesiyle karşı karşıya bulduk:

Sayın Anastasiades hidrokarbon konusundaki tek yanlı girişimleri karşısında hak ve çıkarlarımızı korumak için attığımız adımlar nedeniyle masadan kalktığını açıkladı ve masaya dönmek için Kıbrıs Türk tarafının ve Türkiye’nin bedel ödemesini istedi.

Halbuki, 2011 yılında müzakereler Greentree Zirvesi’nde devam ederken, Piri Reis sismik araştırma gemisinin yaptığı araştırmalar müzakere masasını etkilememişti. Bunları suçlamak için söylemiyorum; bunlar gerçeklerdir. Vurgulamak isterim ki, Kıbrıs Türk tarafı hiçbir dönemde geçirdiği pek çok ekonomik ve finansal zorluğu, izolasyonu, hidrokarbonları vb. diğer pek çok unsuru asla müzakere masasından kalkmak için kullanmadı.

Bilinmelidir ki Kıbrıs Türk tarafı Rum tarafının masaya gelmesi için bedel ödemeyecektir.

Rum tarafı çözüm konusunda samimiyse kalktığı masaya ön şartsız dönmelidir. Her türlü uyuşmazlığın çözümleneceği yer masadır.

50 yılın ardından, artık Rum tarafının Kıbrıs Türk tarafıyla BM Genel Sekreteri’nin söylediği üzere “yetki ve zenginliği paylaşmaya hazır olup olmadığına”, tarafların birlikte belirledikleri iki kesimli federal vizyon çerçevesinde bir ortaklığa hazır olup olmadığına karar vermesinin zamanı artık gelip geçmiştir bile. Rum tarafı buna hazırsa bir an önce ön şartsız olarak masaya dönmeli ve belirlediğimiz federal vizyon içerisinde hareket etmelidir. Hazır değilse, bunu da samimiyetle ortaya koymalıdır.

Son olarak vurgulamak isterim ki gerek hidrokarbonlar gerekse hak ve çıkarlarımızı ilgilendiren diğer konularda barışçıl yollarla haklarımızı aramaya ve korumaya devam edeceğiz. Bunu yapmaya kararlıyız ve siyasilerimizde ve kamuoyumuzda bu konuda fikir birliğine, konsensüse sahibiz. Türkiye’nin de bu yönde attığımız adımlarda desteğinin bizimle olduğunu biliyoruz.

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.